Sic parvis magna

9 Ocak 2017 Pazartesi

Avrupa Alpler Gezisi Günlükleri - 3. Gün

3. Gün

Sabah telefonun alarmı ile uyandım. Tulumdan kendimi sıyırdım, çadırın kapağını açtım ve dışarı baktım. Rüya mı görüyordum acaba? Çadırdan çıktım, ayağa kalktım, şöyle bir gerindim.
Dışarıda pırıl pırıl bir güneş dağların arasından doğuyor, tepelerden ineklerin çan sesleri geliyordu. Buz gibi ama bol oksijenli havayı şöyle bir içime çektim! Oh be!


Kamp alanının karşısındaki teleferik istasyonun bir kısmı mutfak, duş ve tuvalet olarak tahsis edilmiş. Arabaya geçip Chris’i uyandırdıktan sonra da eşyalarımı alıp duş almak üzere oraya geçtim. Hava buz! Duşa girdim sular da buzmuş, eh tabi Alplerden gelen kaynak suyu!  Ufak bir şokun ardından sistemi çözüp sıcak suyla duşumu aldım.  Güne böyle bir duş ile başlamak çok iyi geldi. Ben ki su olmadan yapamam, dinlenme tesisinde hava kaç derece olursa olsun o soğuk suyla elini yüzünü yıkayıp kendine gelen adam varya işte o benim!

Kahvaltı için biraz atıştırdıktan sonra, çadırımızı toplayıp yola çıkıyoruz. Bugünkü hedef, Luzern ve Zurich ama sonrası için bir fikrimiz henüz yok. Dağların arasından, şahane manzaralar eşliğinde Luzern’e doğru sürüyorum, hava gittikçe bozuyor. O kadar çok yağmur yağıyor ki silecek yetişmiyor, Chris de dün gece rahat uyuyamamış şimdi arabada uyuyakaldı. Ben de açıyorum Barış Manço’yu ,

Dağlar dağlar
Kurban olam yol ver geçem
Sevdiğimi son bir olsun yakından görem
 

Bir süre sonra Luzern’e varıyoruz. Arabayı merkezden uzakta bir yere çekiyoruz. Çektiğimiz sokağa göre farklı otopark ücreti ödüyormuşuz.  Polisleri görünce durumu izah ettim onlar da beni bir arka sokaktaki ucuz otoparka yönlendirdi. Arabayı çektik, parkomattan fiş alıp cama koyacağız, koyacağız da bizde Frank yok ki otomattan fiş alalım! O sırada orada sigara içen iki kişiye, Euro ve Frank takas eder misiniz derken, onlar bizim için parkomat fişini aldılar. Vay be İsviçre’de bunu hiç beklemezdim!

Kısa bir yürüyüşün ardından Luzern’in tarihi merkezine iniyoruz, hava yağmurlu ne yazık ki. Olsun biz yine de tadını çıkartacağız, Kapellbrücke’yi geçip biraz hediyelik eşya baktık ama hepsi ateş pahası! Bir de saatlere baktık, ama ancak mağazanın dışardan yani… Chris bankadan biraz Frank çekeyim dedi ama paraları görünce şok oldu. Zira adamların parası bile hakiki para, böyle kaliteli kağıda basılmış sanat eseri gibi bir para daha önce hiç görmedik sanırım. Herhalde adamlar kağıt parayı o kadar az kullanıyor ki, özene bezene yapmışlar.




Eh Luzern küçük yer, gezdik bitti, saat öğlene geliyor, ne yapalım? Zürich’e geçelim dedik.  Arabaya dönmeden bir markete uğradık, yiyecek bir şeyler alalım diye. Fakat İsviçre gerçekten de çok pahalı arkadaşlar böyle bir fiyatlandırma görmedim daha önce! İtalya’daki meyvenin kilo fiyatı burada tane fiyatına geliyor. Neyseki fırından taze çıkmış tavuklar hem çok güzeldi hem de nasılsa fiyat olarak epey uygundu. Onlardan alıp yola koyulduk, daha sonra onları bir otoyol tesisinde güzelce imha ettik. Bu arada İsviçre’deki otoyol tesisleri çok iyi, AVM gibiler. Yalnız tuvaletler paralı, fakat size bir fiş veriyor, tuvalete verdiğiniz parayı tesis içinde yaptığınız harcamadan düşüyorlar.

Havanın düzelmeye pek niyeti yok gibi, biz de Zurich’e vardık. Fakat burası çok büyük araba için biraz turladıktan sonra çözüm bulamayınca büyük bir AVM’nin otoparkına daldık.  Otopark da inanılmaz pahalı arkadaşlar, 3-4 saati 8-10 Frank civarı! Yapacak bir şey yok!  AVM(Sihlcity) içinde internet vardır o şekilde kendimize bir plan yaparız şehir için derken, internette sıkıntı çıktı. O an kulağıma tanıdık bir ses geldi! Birileri Türkçe konuşuyor! Koştum arkalarından yakalım. Dedim biz böyle böyle geziyoruz ne yapalım? Dediler ki, araba burada kalsın zaten festival var ve şehir merkezi trafiğe kapalı. Siz buradan tramvayla merkeze gidersiniz diyerek bizi durağa kadar getirdiler. Tramvay topu topu üç durakmış biz de kalktık yürüdük merkeze.

Festival sebebiyle herkes sokaktaydı, biz de karış karış Zürih’i gezip, değişik sokak performansları izledik. Bizi en çok eğlendiren şey ise, yokuş olan bir sokağın şişme yastıklarla su kaydırağına çevrilmiş olmasıydı. Etkinliğe katılan insanlar dışarıdaki buz gibi havaya ve yağmura aldırış etmeden üstlerinde sadece mayo, ellerinde şişme botlar ile inanılmaz eğleniyorlardı!

Saat artık geç oldu, yapacak bir şey de kalmadı. Arabaya döndük. Kafamızdaki plana göre St. Gallen tarafına gideriz oradan Avusturya'ya gireriz diyorduk ama baktık ki iki günde bu kadar hızlı ilerliyoruz, o zaman biraz daha açılabiliriz!


Hedef Almanya rota Stuttgart!  İleri marş!



İsviçre’den Almanya’ya yine herhangi bir kontrol olmadan geçtik. Otoyol alabildiğine düzlük ve herkes çılgınlar gibi gazlıyor. Biz de mecbur 120km/s’nin altına düşmüyoruz, ama bir ara 140’a kadar çıkmışken bir Fiat 500’e geçildik, durumu siz anlayın :(   Birkaç saat yolculuğun ardından parkplatz denilen, otoyol kenarı park alanına aracımızı çekip gece için hazırlık yapıyoruz. Chris yarın araba sürmek istiyor, onunla biraz pratik yapalım dedik. Direksiyon ve vites terste olduğu için alışması biraz vakit alacak gibi, umarım kavşaklarda şeritleri karıştırmaz!


Bakalım yarın neler olacak?