Henüz kahvaltı yapmadık ve yola çıkmadan önce bir şeyler atıştırmak istiyorum. Açken ben ben değilim! Sabah sabah ızgarada yeni pişmiş etleri görünce hamburger kaçınılmaz cevap oldu bizim için haliyle! Evet, evet, hamburger ama köftesi dana etindendi ve inanılmaz lezzetliydi, aslında köfte de diyebiliriz o yüzden. Büyüklüğü ise neredeyse bir tabak kadardı, ekmeğe sığmayacak kadar büyüktü. Peki hamburgerin fiyatı mı? Sadece €2!
Eh karnımı doyurdum huzuru buldum. Şimdi yola çıkabiliriz. Bugün çok uzun bir yolumuz var, artık denizden uzaklaşıyoruz. Podgorica'ya giden anayoldayız. Eğer direkt olarak Karadağ'a uçarsanız, başkent Podgorica'ya ineceksiniz ve bu yol üzerinden Budva, Kotor ve Herceg-Novi'ye ulaşacaksınız. Yolu kısaltan ve kolaylaştıran bir tünel yapılmış bu rota üstüne. Tabi ki biz yine eski karayolunu tercih ediyoruz ve dağlara tırmanmaya başlıyoruz! Eh ben Bolu dağını çıkmayı da tünele tercih eden biriyim!
Gölün hemen karşı kıyısında ufak eski bir Osmanlı kalesi var. Bu noktadan sonra Osmanlı hakimiyeti gözle görülür hale geliyor. Yolun devamında Podgorica'ya varıyoruz ve ikmal molası için bir markette duruyoruz. Karadağ'ın bağımsızlığı sırasında İtalya'dan destek aldığı söyleniyor. Eh haliyle marketlerde de İtalyan ürünleri fazlasıyla var. Bir koşu peynir reyonundayım, Santa Lucia Mozzeralla, işte buradasın! Yaşasın, nasıl da özlemişim seni!
Yola devam, şimdiki ilk durak Ostrog Manastırı, Denizden 900metre yukarıda bulunan manastıra yine dağ yollarından dolana dolana çıkıyoruz. Burası yoluyla çevresiyle Sümela manastırına benziyor. Arabayla belli bir yere kadar geldikten sonra park edip kalan yolu yürüyerek çıkıyorsunuz.
Dış kapıyı geçtikten sonra özel bir yoldan manastırın içine giriliyor. Mağara gibi girişi olan ufak bir kapıdan geçince bizi taşların üstüne çok güzel boyanmış freskler karşılıyor. (17.yydan kalma bu freskler Unesco koruması altındaymış.) Asıl önemli kısım, bir bekleme odası gibi yapılan bu küçük bölümden daha küçük olan içerideki kısım, geçip bakalım istedik ne var diye. İçeride bir papaz, bir lahitin içindeki mumyanın başında sürekli dua okuyor. İçeri giren insanlar ise mumyanın önüne eğilip elini öpüyor ve dua ederek dışarı çıkıyorlar. Biz o esnada kapı ağzında bakakaldık. Ne yapsak bilemedik, insanlara yol verdik, bu esnada papazın pis bakışlarına maruz kaldık ve bir problem çıkmasın diye usulca kendimizi dışarı attık.
Oldukça şaşırtıcı! Buraya bir çok insan geliyor, manastır içindeki sepetlere yağ, un, şeker gibi temel gıda maddeleri bırakıyorlar. Yine çevrede yer yatağında yatan bir çok insan var. Sonradan öğrendik ki burada yatan kişi Aziz Basil imiş ve her 12 Mayıs'ta Aziz Basil günü için insanlar buraya akın akın geliyorlarmış. Balkan ortodokslarının bir nevi hac yeri yani... Kimisi şifa bulduğunu da söylüyor. Ayrılmadan önce biz de burada akan kutsal su ile kendimizi serinletip/kutsayıp yolumuza devam ediyoruz!
Şimdiki hedefimiz, Tara nehri üstüne kurulmuş olan Durdevica köprüsü. Dağlara çıktık ormanların içinden sağ sol keskin virajları dönerken son virajda polis ve ambulansı gördük. Ne yazık ki bir araç kaza yaparak yol kenarına uçmuş. Üzücü... Bir süre daha dağların arasından yolumuza devam ettikten sonra geniş düzlüklere ve yaylalara varıyoruz. Yolun sol kısmında gözüken yüce dağlar Durmitor milli parkı, bu akşam orada olacağız! En azından umuyoruz...
Laa nereye gidiy haa bu, döndür beni, döndür beniii??? Ulaaa yırmağa gideyrum!!!haaa derken ters dönerek kolumu halata sürtmüş ve yakmışım ama acımadı kiiii!
Vakit epey geç oldu! Şimdi geri dönüp Durmito'a gireceğiz! Lakin yakıtımız da epey az, yoldaki tek kasaba üstündeki tek benzinlikten biraz yakıt alarak doğruca milli parka dalıyoruz. Durmitor epey büyük ama giriş yolu daracık. Aslında tüm yol sadece bir arabanın sığacağı genişlikte yapılmış!
Neyse yolda bizden başka kimse de yok zaten, az ileride manzarayı görünce arabayı yol ortasında bırakıp duruyorum. Dağlar, dağlar! "Bir yerden su sesi geliyor dur bi şu aşağıya bakayım... Heh valla su kaynağı buldum! Koray şişeleri getir abi arabadan!" Gürül gürül akan bu kaynak suyu dağdaki eriyen karlardan geliyor. Haliyle su da buz gibi ve tadı da çok güzel! Şişeleri bagaja koyup yola devam ediyorum. Ufuktaki tepeleri aşınca nefes kesici bir manzara bizi karşılıyor! Arabayı kenara bırakıp burada gün batımını izleyeceğiz!
Tam yol azaldı iyice derken ormanlık alana girdik ve bir anda zifiri karanlık oldu çevremiz! Sis farları, uzunlar ne varsa açtım! Koray'ın elinde harita, sağ 3 sol 5 sol 4 sağ 2 bana yol tarif ediyor. Artık önüme ne çıkacak bildiğim için tam anlamıyla ralli yapıyoruz. Bu arada araba ufaktan kayıyor mu ne? Bir süre sonra bir yol ayrımına geldik ve etrafı keskin bir sarımsak kokusu, bizi de bir tedirginlik sardı! "Haydaaa ormanın ortasında neyin sarımsağı bu şimdi? Yoksa buranın da drakula gibi bir efsanesi falan mı var Koray?"
Sonunda! Haritada işaretli yere geldik, asfalt bitti son 200 metreyi de toprak üstünde gittik, dar ve kötü bir yokuş indik. Bir kaç ev var ama kimse yok! Çevrede ışığı yanan başka bir yere geçip Herceg Novi'deki gibi soralım dedik. Lakin önce buradan çıkmalıyız, etraf zifiri karanlık Koray araçtan indi bana klavuzluk yapacak. Arabayı binbir zahmet döndürdük, şimdi önümde açısı kötü topraktan yarık bir rampa var. "Ne yapacağım şimdi?" Kaptırıp tek seferde çıkman lazım!" dedi Koray! Ama aracın debriyajı o kadar kötü ki, az basarsam gaz yemeyecek, çok çekersem de istop edecek! Yani en ufak hatada burada saplanıp kalmamız an meselesi. "Hadi Tunahan, yapabilirsin bunu!" dedim kendime, ara gazı verip arabayı kaptırdım tangur tungur derken tümseği ucu ucuna çıktım.
Işığı yanan ilk evde durduk. İçerde garip bir adam var ama soracağız başka çare yok. Yine telefonu çıkardım gösterdim, adama işaret ettim bir arayıversen de konuşsak. Yok adam ne arıyor ne de bir şey anlıyor. Bize geldiğimiz yolu geri dönmemizi orada bir kamp yerini tarif ediyor. Saat oldukça geç olmuş her yer karanlık arayıversen ne olurdu? Kızıp çıktık oradan, Ivan'ı sevgiyle andık! has adamsın Ivan!
Benim moralim bozuldu açıkcası, Koray ise "Olsun be, en kötü arabada kalırız, yemeğimiz var, dahası şarabımız var." diyor. "Şurada ışığı yanan başka bir ev var ona gidelim." dedim. Ama nasıl gideceğiz, ev tarlanın ortasında! Arabayı bırakıp gecenin karanlığında, belimize kadar gelen otların içine daldık! Telefonun ışığını yakmış el sallayarak adamın evine doğru yürüyoruz. Düşük bütçeli bilim kurgu filmi gibiyiz tam! Baktık adam da çıktı bize doğru geliyor, şimdi bu adam pompalıyı çıkartıp bizi vurmasın uzaylı diye?
Ertesi günden bir kare, yol biter biz yine de gideriz... |
Evet önce wifi lütfen, ailemize haber verelim! Gün boyu internet olmadığı için bizi merak etmişlerdir. Onlarla konuştuk, durum asayiş berkemal, dedik, epey merak etmişler bizi tabi ama bunca maceradan hiç haberleri yok.
...
Masaya oturdum ve gökyüzüne baktım! Tüm samanyolu üstümüzde! Derin bir nefes aldım...
Sonra arabadaki şarap aklıma geldi, tüm günün yorgunluğunu atmak için en iyi çözüm!
İzninizle ben artık kaçayım, bu gece samanyolu altında uyuyacağım...
Tamam oldukça zor bir gündü, gezinin belki de en kritik günüydü ama başarıyla bugünü de atlattık!
İnanmayanlara, yapamazsın diyenlere selam olsun!