Sic parvis magna

2 Şubat 2017 Perşembe

Avrupa Alpler Gezisi Günlükleri - 7. Gün

7. Gün


Bu sabah, Hallstatt yolundayız. Dünyaca ünlü mutlaka görülmesi gereken bir köy burası. Yıllardır merak ettiğim bir yerdi, bu kadar yakınken görmemek olmaz değil mi? Geçerken 5 dakika da olsa!

Dağların arasından göllerin etrafından Hallstatt’a varıyoruz. O kadar kalabalık ki otoparkta zor yer bulduk. Otoparkın hemen yanında tepeye çıkan bir finüküler var. Onunla tepeye çıktık. Tepeden manzara müthiş! Bu manzara Unesco Dünya mirasında! Çevredeki buzullar eridikçe dağları oymuş ve sonunda bu vadi ve göl oluşmuş.

Hallstatt aslında tuz madenleri ile ünlü bir köy, ama yapılan arkeolojik kazılardan sonra ilk yerleşim tarihinin çok eski zamanlara kadar gittiği ortaya çıkmış. Bu arada tuz madenlerini gezebilirsiniz, ama bizim bütçemize göre pahalı olduğu için sadece çevresini görmeyi tercih ettik. Dağlara doğru biraz trekkingin ardından, eski tuz madenlerinin de önünden geçerek, patikadan köyün merkezine indik. Köy ufak ama çok güzel. Bir sürü yerel dükkan ev yapımı çeşit çeşit tuz satıyor. Tuzun baharatlısını da daha önce hiç duymamıştım! Yemeğe çok daha özel bir tat kattığını iddia ediyorlar. Bu arada köyün doktoru da varmış, sokakta geçerken tabelasını gördük. Tam mecburi hizmet yapılacak yer yani! 




Hallstatt’tan çıktık, şimdiki hedefimiz Grossglockner geçişi! Yalnız hava çok bulutlu, manzaramız az olacak gibi. Yola çıkmadan önce göl kenarında piknik alanında bir şeyler atıştırıyoruz. Dağ tepe yine geze geze Grossglockner’e geliyoruz. Bu geçiş milli park içinde olduğu için kullanımı ücretli. Araç için €25 ödedikten sonra gişeleri geçip zirveye doğru yola koyulduk. Bu sefer yol zorlu, oldukça dar ve kısa mesafeli "U" dönüşleri var.  Yükselti gittikçe artıyor, oksijen oranı da azalıyor. Haliyle atmosferik motorlu 59bg arabamız artık gitgide zorlanıyor, en hızlı vites geçişimi dahi yapsam 1’den 2’ye geçerken devir kaybetmemek çok zor! Adeta beni bırakın kendinizi kurtarın diyor bize... Olmaz beraber çıktık bu yola kimse kimseyi yarı yolda bırakmayacak!

Heel&toe, ara gazlar, hızlı vites geçişleri ve bir takım mücadeleler sonrası kendimizi dorukta buluyoruz. Asıl doruk 3797 metrede, geçit ise 2504 metrede. Nefes kesici! Bulutların içindeyiz artık! Hava kapalı olduğu için çevreyi net göremiyoruz ama belki de şimdiye kadar ki en güzel karelerimden birini yakalıyorum! Neye niyet neye kısmet! Hem ben böyle puslu havaları çok severim!


İniş için Chris direksiyon başında, dağın bu tarafında temmuz ayında olmamıza karşın hala kar görmek mümkün ve her yer çayır çimen…

Yalnız çıkmak kadar inmek de zor, zira eğim o kadar fazla ki araç ne yaparsak yapalım hemen hızlanıyor. Motor freni nafile, 1. vites imkansız, 2. Viteste araç oldukça kasılıyor ve frenle desteklemek gerekiyor. Eğer 3. vitese atarsak da virajı dönmemiz imkansız :) Ama yol boyu manzara inanılmaz! Gözlerime inanamıyorum, kendime inanamıyorum, bu hayal mi gerçek mi?


Tozu dumana kattığımız bir inişin ardından yolun sonunda İtalya sınırına yakın Lienz kasabasına vardık. Avusturya’da yakıt ucuz olduğu için İtalya’ya girmeden depoyu doldurduk. Geceyi bu kasabada geçirelim dedik, yol üstünde bir de Adana kebap yazan dükkan görünce arabayı park edip buraya geldik. Ama maalesef  kebap yoktu, dükkan da Türklere ait değilmiş, biz yine döner teller’a kaldık. Karnımızı doyurup, internet ihtiyacımızı da giderdik. Günü kapatmaya hazırız artık...

Sonra düşündük ki, yarın yolumuzu uzun olacak, bugün çok da yorulmamışken, gece biraz yol alıp kendimizi İtalya sınırına atsak fena olmaz. Atladık arabaya İtalya yönüne doğru gecenin zifiri karanlığında sürmeye devam ettik. Bir süre sonra İtalyan askerlerini görünce anladık ki İtalya sınırlarına girmişiz. Hemen oradaki ilk dinlenme tesisine arabayı çekip durduk.

Dağların arasındayız, gökte yıldızlar parıldıyor yine, inanılmaz güzeller, yanda akan ırmağın sesi huzur verici ve yolda bizden başka kimse yok. Her şey susmuş durumda!


Eh bizim için de artık dinlenme vakti!