Sic parvis magna

29 Aralık 2016 Perşembe

Her şey hayal kurmakla başlar


Gezginci bir ruhumun olduğunu ilk kez ne zaman fark ettim bilemiyorum ama bunun atalarımdan geldiğine eminim. Hatta dedem o kadar çok gezermiş ki eğer onun yaşadığı dönemde dünyaya gelmiş olsaydım onunla kim bilir nerelere giderdik...

Bu arada yine doğru zamanda doğru yerde olamadığım görülüyor...


Bana çok geziyorsun diyorsunuz ya, peki bu noktaya nasıl geldim?


Çocukluğumda bir mahalle hayatım olmadı, haliyle sokakta oyun nedir bilemeden büyüdüm ama hafta sonları Moda Parkı'na giderdik ailecek, Kadıköy sahilinde bisiklet sürerdim babamla. Bunun dışında boş vakitlerimi daha çok National Geographic ve Discovery Channel izleyerek geçirdiğim için Dünya'nın hem çok büyük hem de çok küçük ve gezilip görülecek çok yeri olduğunu düşünerek büyüdüm. O zamanlar Dünya benim için 37 ekran Beko tüplü televizyonumdan gördüğüm kadarıylaydı... Şimdiki gibi ne Full HD, 4K gibi yüksek çözünürlük vardı ne de öyle sürekli internet bağlantısı... Hatta merak ettiğim bazı yerleri ansiklopediden açıp okurdum. Sonra lise sınavı, lise hayatı, üniversite sınavı derken sistemin içinde yuvarlandık durduk, ama içimdeki o ruhu ve merakı kaybetmemeye çalıştım. Lisede bazen camdan bakarken dalıp giderdim uzaklara, hayallerimi düşünerek. Her seferinde de yeni hayaller eklerdim...


Üniversiteye başladığımda artık on sekiz yaşını geçmiş, maddi anlamda da biraz birikim yapabilmiştim ve seyahat anlamında önümde bir engel olmadığını düşünüyordum. O kadar çok yazı, anı, rehber okumuştum ki her şey çok kolay gelmişti gözüme bir anda. Burada bir diğer etken ise Şefik hoca ile tanışmam olmuştu. Köy Hizmetleri Anadolu Lisesi'ni benim için en güzel yer yapan resim hocam Günay hocadan sonra, benim için Tıp Fakültesini daha yaşanabilir ve farklı kılan biri oldu Şefik hocam. Düşünün ki Interrail yokken daha tek tek bilet ayarlayarak Interrail yapan biri kendisi!  Çekoslovakya daha dağılmamışken bir doğu bloku ülkesinde, telefon yok internet yok kredi kartı yok... Zamanında yapmış olduğu gezileri dinledikçe ufkum iyice genişledi.


Gençleri her zaman desteklerim ama bazı noktalarda biraz ağırdan da almak gerekebiliyormuş onu görüyorum. (Az önce genç dedim, evet kendimi biraz daha büyük ve olgun hissediyorum artık bugün temel bilimler kantininde otururken daha iyi anladım bunu, ama içim hala çocuk onu biliyorum.) Şimdiki tecrübelerime bakınca aslında bu işlerin o kadar da kolay olmadığını söyleyebilirim.  İlk kez Interrail yapmak istediğimde, bunu ailemle paylaştığımda aldığım tepki, bir arkadaşınla gidersen daha iyi olur oldu. Sanırım bu bir tür oyalama taktiği idi, zira yakın çevremde benimle bu hayali paylaşabilecek bir arkadaşım yoktu. Bir taraftan bilgimi arttırıyor bir taraftan da çevremden bana katılmak isteyecek insanlara gezi planlarımı anlatıyordum. Gel zaman git zaman, bir iki kişi gelir gibi oldu, sonra onlar da vazgeçti. Bu sefer aileme tek gitmek istediğimi söyledim. İş bu noktaya gelince, daha yalnızca yuvanın çevresinde uçan bir kuş olarak, buna izin çıkartamadım. Epey bir atışmıştık o zamanlar, hatırlıyorum da çok kızmıştım. Genç olmak böyle bir şey, hayatı yaşamak ve okumak farklı şeyler ve iki farklı kuşak var ortada. Anne baba olmak zaten zor bir de çocuğunuz gelmiş size ben şuralara gideceğim tek başıma diyor. Uygun ortam gelişene kadar tüm planlarımı askıya almak zorunda kalmıştım. Daha sonraları o zamanlar fark edemediğim ailemin kaygılarını, yaşadıkça daha iyi anlayacaktım. Hayat tecrübesi önemli!


Bir yıl sonra EMSA'nın Makedonya'da düzenlediği bir etkinlik buldum. Altından girdim üstünden çıktım artık bu sefer kesin gidecektim, ama ben geziyi uzatıp Balkanları da görecektim, bizimkiler sadece etkinlik için izin veriyordu. Yine biraz atışma dönemi geçirdik, derken ben uçak biletlerimi alıp emrivaki ile durumun içinden çıktım. Ailem de tedirgin de olsa bu değişime biraz hazır gibiydi, artık yapacak bir şey yoktu. Etkinliğe gittim, çok güzel dostlar kazandım. İlk defa yurt dışında kendi başıma gezdim eğlendim, ilk defa couchsurfing yaptım ki ailemin bundan haberi yoktu. Gezi sırasında başıma şöyle bir olay da geldi ve epey bir tecrübe kazanarak geri geldim. Artık bir kez enfekte olmuştum ve bunun dönüşü de yoktu ve sanırım ailem de buna alışacak gibiydi. Ayrıca o zamanlarda önümde rol model olan değerli mentorum Metin hocam, fotoğrafçılığa olan ilgimin su üstüne çıkmasını sağlamıştı. Artık seyahatlerime yeni bir yön de eklemiştim.


Bu geziden sonra Interrail'e olan bakış açım değişti. Gezileri daha küçük parçalar ve bölgeler halinde yayarak yapma yönünde karar aldım. Sonrasında ise Pegasus'un bir kampanyası ile Orta Avrupa turu macerasına atıldım. Bu sefer bu gezi grup olarak yapılacaktı, fakat bazı sıkıntılardan ötürü tek başıma yaptım. Şimdi dönüp baktığımda iyi ki de tek başıma yapmışım diyorum! Kendimi tanıdıkça nelerin bana daha uygun olduğunu daha iyi anlıyorum. Bu arada bir önceki gezinin tecrübesi ile bu geziyi daha rahat yaptım, daha çok zevk aldım ve yepyeni şeyler öğrendim. Geziden önce Almanca kursuna gidiyordum, orada Efkan hocam ile tanışmıştım. O da bize hep derdi ki "An'da kalın! Hayat anda kaldığınızda daha farklı ve güzel olur." Mesela bunu öğrendim ve gezide pekiştirdim, o da Efkan hocanın bana dokunuşuydu sonra onu alıp başka insanlara taşıyacak olan da bendim.


Bundan sonrası da zaten çorap söküğü gibi geldi. Erasmus konusu açılınca, ailem benden çok gitmemi istedi bile diyebilirim. Dahiliye sınavı zamanında çok bunalmıştım ve bir ara gitmekten vazgeçer gibi olduğum anda, bana bir dur diyip, Erasmus'a gitmem gerektiğini de hatırlatan onlar oldu.  Erasmusun ilk haftaları o kadar zor gelmişti ki, onların desteğini uzaktan bile hissetmek beni mutlu etmeye yetmişti.
Sonra bir gün evi arayıp, ben Fas'a çöle gideceğim dediğimde, ilk başta babam "Oğlum şimdi oralar karışıktır gitmesen." dedikten sonra "Ama ben gitmek istiyorum bir daha ne zaman gidebilirim ki?" yanıtıma annemden gelen tepki, "Bize gittiğin yerden mesaj at, kendine de dikkat et! Sonra da istediğin yere git ama sağ salim gel!" olmuştu.

Bu noktaya gelmek hiç kolay olmadı, ama içten içe meraklansalar da artık aldığım kararlarda hep yanımdalar. Kendimi gerçekleştirme yolunda onların gücünü yanımda hissediyorum.


Kısacası,

Zaman geçer, şartlar değişir, hayat akar yerinde durmaz. Kimi zaman önünüze fırsatlar düşer, kimi zaman onları siz yaratırsınız. Önemli olan denemek değil midir? Sabri bile kırk yılda bir bile olsa gol atabiliyor hem de doksana atıyorsa, siz neden denemiyorsunuz? En fazla tribünlere vurursunuz, hiç vurmamış olmaktan iyidir bu da değil mi?

Yani diyorum ki,  bir hayal kurun, sonra onu bozun değiştirin, güzelleştirin. Mesela yanına birini ekleyin, zamanını değiştirin, biraz erteleyin... Düşünün ve yürekten isteyin, ama hayaliniz için fırsatları beklemeyin onları siz yaratın. Aksaklıklar ise sizi yolunuzdan alıkoymasın, ne olursa olsun inancınızı ve güveninizi hep diri tutun ki sonunda istediğiniz gibi olsun her şey...


"Başlamak bitirmenin yarısıdır derler ama her şey hayal kurmakla başlar."  
Bu da benim cümlem olsun be...


26 Aralık 2016 Pazartesi

Fatih'ten kalan yarım şarap

Bu hikaye gerçek olay ve kişilere dayanmaktadır.

Napoli'de Trattoria da Nennella adında bir restoran vardır. Oldukça meşhur olan bu yer, Quartieri Spagnoli (İspanyol mahallesi)'de bulunur, Napoliten mutfağından yemekler yapar, fiyatları da makul seviyededir. Fiks menüleri vardır, bunların yanında da şarap servisi yapılır. Yıl içinde bir çok arkadaşım oraya gitmişti de bir tek ben gidememiştim.

Yaz başında Batuhan bizi ziyarete Napoli'ye gelmişti. Açıkcası iyi de oldu geldiği, hem ona hem bize farklılık oldu. Neyse, Kutlay da Batuhan gelince hep beraber oraya gidelim dedi. Hay hay gidelim!

Akşam yemek saatinde 7-8 civarı İspanyol mahallesinde buluştuk, mekana geldik ama ne kalabalık ne kalabalık. Yaz geldiği için Napoli turistle dolup taşıyor tabi, öyle böyle bize bir yer buldular içeri geçtik oturduk. Sürekli bir yemek ve şarap servisi var çevremizde... Kutlay Batu ben yemekleri seçiyoruz, yemek gelmeden hemen şarabımızı da istedik. Şarap geldi, paylaşıldı falan, daha ilk yemeğe başlamadan muhabbet sohbet derken ilk şişe şarap bitti. Hop hemen yemekle ikincisine başladık. Yemek konusuyla ve Napoli ile başlayan muhabbet derya deniz olmaya başladı 3. şişe şarapta. Biz de iyi içiyormuşuz he!


Bu fotoğraf çekildiğinde hayatın anlamını sorguluyordum sanırım.

Neyse yemek bitti meyve servisi geldi, biz 4. şişeyi de devirmiştik. Son olsun 5. şişeyi isteyelim kalkarız dedik, bu arada masaları dolup dolup boşalıyor biz hala aynı yerdeyiz.
O sırada mekanın sahibiydi sanırım, bize laf attı hadi gençler kalkıp giderseniz indirim yapacağız fiyatta. Sconto lafını duyunca biz tabi, ooo iyi o zaman kalkalım dedik. Geldik kasaya hesabı ödemeye, 3 kişi fiks menü almıştık, €12x3= €36 ödeyeceğiz diye bekliyoruz. Oradan biri garsona işaret etti bunlar kaç şişe içti diye. Vay anasını içtiğimizi mi saydınız siz bizim la?
Adam 5 yaptı, bizim hesap oldu €46!  Haydaaaa! Bizim kayışlar koptu. Kutlay başladı İtalyanca durumu izah etmeye, bakın biz kışın da buraya geldik, o zaman da bu kadar içtik, ama kimse ek para istemedi şimdi nedir durum?

Adamlar uyanık abi yazın turistik ya, kazıklayacaklar mekana gelenleri, bizi de turist sandılar. Yoksa kışın şarapta sınır yoktu, bir de şarabı da şarap olsa ev yapımı düz şarap işte.
Dayı bak biz 5 aydır Napoli'de yaşıyoruz buranın yarı yerlisi olduk diyoruz. Öyle diyince işler iyice kızıştı, bize bağırıp çağırmaya başladılar. Restoranın kapısında rezillik yaşanıyor an itibariyle biz hiç istifimizi bozuyorduk ki, Batuyla canımıza tak etti, onlar bize İtalyanca saydırınca biz de Türkçe küfür kıyamet giriştik olaya, ha bu arada elimde Fatih'ten kalan 5. şişe şarap var. Bir ara lan şunu kafalarına patlatıp kaçsak mı diye bile düşündük. Sonra dedim ki Diego bi dur Allahını seversen durum zaten karışık, bura Napoli adamı keser bunlar. Bu seferde bizi iterek sokağa uzaklaştırdılar mı? Ahan dedim işler büyüyecek, Kutlay verelim şunlara €40 sussunlar diyorum. Kutlay hala durumu izah ediyor, yaptığınız ayıp falan diyor.
Ben adama al lan €20 burdan al bi €20 de buradan diyorum ve karşılıklı küfürleşme ile kavgamız burada kapanıyor.

Kutlay Batu ben ve yarım kalan 5. şişe şarabımız ile Piazza Bellini'nin yolunu tutuyoruz...

Bu da böyle bir anımdır...

25 Aralık 2016 Pazar

Sarayburnu

Bir gün bizim ekip yelkene çıktık, Veysel, Harun, Oktay, Doğaç, Anıl, Kutlay, ben ve tabi ki başta Sarp abi. Hava güzel esiyor, Fenerbahçe açıklarında 20knot falan feci yelken yapıyoruz, tramolalalar, kavançalar havada uçuşuyor.
Bizim ritüelimizdir, o tekne seyre çıktı mı yolda bir şeyler yenir içilir. Kutlay bize muz ve içecek ikramı yapıyor mutfağın hatchinden saolsun falan. Onun da işi bitti yana güneşlenmeye çıktı.

Dümene ben geçtim bir ara, sonra Sarp abi dedi ki hava güzel, bas Sarayburnu'na doğru!  İyi hoş güzel çok güzel, İstanbul'u öylesi bir manzaradan izlemek kadar güzel bir şey yok heralde!
Bu arada yolda Veysel şehirhatları vapuruna el kol yapıyor, kaptana açsana camı diyor, kaptan da bize düdük çalarak selam veriyor. :) Ah çok özledim o günleri :(

Yalnız Sarayburnu'na yaklaştıkça hava bir garip oldu, dümenin tadı kaçmaya başladı skipper Doğaç'tı ona devrettim dümeni ben kenarda bekliyorum olacakları.
Tam böyle Sarayburnu açığındayız artık. Alesta Tramola komutunu aldık, tam tramola atacağız, bir broş yemişiz yok böyle bir şey! Tekneyi döndüremedik, döndürmeyi bırak dehşet bir dalga bize çarptı. Sarp abi dümene koştu motora marş basıyor, oradan çıkmamız lazım bir şekilde acilen!

Tekneyi döndürürken alçak ve yüksek kısımlar yer değiştirir. Dönüş anında yer değiştirip yüksek kısımda kalmanız gerekir. Tramola sırasında ben de tam öyle yaptım, yalnız bu sefer kendimi teknenin neredeyse bordasında otururken buldum. O derece kuvvetliydi. Teknenin hakim tepesindeyim herkesi her şeyi görüyorum o an! Teknede tam bir panik hakim, herkes bir yere pusmuş olayı atlatmaya bakıyor. Anıl'ın ayağı yerden kesilmiş, halatlara tutunup hayatta kalmaya çalışıyor, arkada dümende Sarp abiyle Doğaç dize kadar suya batmış. Tam karşıya baktım inanılmaz bir dalgaya kafadan giriyoruz! 40feetlik yatla, altında yaklaşık 2 ton da salma var bu arada, rafting yapmaya başladık dalgalar arasında. Beni bir gülme aldı, Joker karakteri gibi kahkaha atıyorum teknede! Bu arada iki dalga arasında kaldık, etrafımız tamamen sudan duvarla örüldü. Bir batıyoruz bir çıkıyoruz koca tekneyle, herkeste korku hakim bense çılgınca eğleniyorum.

Neyse buradan çıkarttık attık kendimizi güvenli sulara tekrar, yandan güneşlenen Kutlay kalktı, ne oldu diyor? Ahahahah beni bir daha gülme aldı...


Ya ne gündü be...


Dip not: Sarayburnu ters akıntısı ve sert havasıyla tarih boyu bir çok tekneyi batırmış ve Bizans İmparatorluğu'nu denizden gelecek saldırılara karşı korumuştur.

Ekran karardı

Kafam dağılsın diye yazacağım bu akşam, belki biraz olsun dağılır diyeceğim ama yok sanmıyorum...


Ekran karardı...

Anıl ile yelken kulübünü kurma aşamasında olduğumuz günlerdeyiz. Daha küçüğüz heyecanlıyız falan işte... Ömer hoca dedi ki, Düzce Üniversitesi'nde Yelken Şenliği var gidin bir bakın, abilerinizden işi öğrenin. Şimdi size bilet almaya gidiyoruz arabaya binin dedi peki dedik atladık. Düzce Güven'in yazaneye gittik Kadıköy'den hocayla biletleri ayarladık, dönüş yolundayız. Bu arada söylemem gerek Ömer hoca yaman sürücüdür, ne zaman arabasına binsem taşikardiye giriyorum.
Kadıköy'e doğru hoca tabiri caizse yardırıyor. Hastaneye dönmesi gerek yapılacak işler, hastalar var. Anıl önde oturuyordu, ben de arkada oturuyordum. Sonra hoca "upsss şurası Kadıköy çıkışı değil mi ya?" diyerek direksiyonu çat diye bir kırdı, ben arkada en sağdan en sola yapıştım. Anıl önde nutku tutulmuş bir şekilde hocaya bakıyor.

Bu arada şenlik için Melen'de rafting de olacak dediler bize. Hava da epey soğuk, diyoruz nasıl olacak bu iş? Acaba gitmesek mi? Gitmezsek hiç olmaz, hocaya söz verdik biletler alındı bir kere... Neyse biz atladık otobüse gittik Düzce'ye. İşte rafting yerindeyiz falan hava buz hazırlıkları yaptık, hava soğuk olduğu için balık adam kıyafetleri falan verdiler bize ama elleri koruyan bir şey yok!

Kaskı taktık, kısa bir eğitim verildi, işte şunu dediğimde şöyle yapın falan. Sonra rafting eğitmeni dedi ki; "Olur da suya düşerseniz bir şey yapmayın, sırt üstü uzanın biz sizi çıkartırız. Yalnız su çok soğuk ona göre 0 derece falan"

Atladık bota gırgır şamata bir ekipteyiz, Anıl ile ben en arkadayız falan. Bu arada Melen çayı neredeyse taşacak, bir iki köprü geçiyoruz kafaları eğerek anca falan yani. Tam bir LOTR ortamı var zaten! Anıl o kadar kuvvetli kürek çekiyor ki hoca buna sen çekme evladım dedi, ahahahahah! Sonra Anıl'la yer değiştik benim tarafın desteğe ihtiyacı vardı biraz da o kürek çeksin değil mi yani :D

Biraz ötede 90 derecelik bir dönüş yapıyormuş nehir ve tam karşımızda da kayalık bir duvar var! Hoca terse kürek emri verene kadar abi biz yardır yardır kayaya girdik! O an ben havaya uçtum sonra benim ekran karardı. Gözümü açtığımda suyun içindeydim, sonra mı?

Bir cisim yaklaşıyor efendim! 
 Bot döndü bir de benim kafaya tam 12den çaktı mı! Bir de şimdi botun altında kaldım. Ne ara nefes aldım bilmiyorum. Biraz da öyle debelendikten sonra, beyin ilk şoku atlattı ve hocanın sözü aklıma geldi. Evreka. Koyverdim kendimi Melen çayına bıraktım, sırt üstü gökyüzüne bakarak son sürat sürükleniyorum...

Bu sırada Anıl'ın gözünden botun içindeki durum;

Bot kayalıklara çarptı, sonra biri Melen'e uçtu onu gördük. Biri hoca suya düştü dedi, herkes kürekleri bırakıp botun ortasında çömeldi. Ben de sana bakıyorum nerdesin diye, baktım hoca burda lan Tunahan suya düşmüş diye bağırdım. Biraz sonra da cansız sürüklenen bedenini gördüm suda, aklım çıktı diyor. Aklıma neler neler geldi neler? Ne diyeceğiz ailesine, ne diye buraya geldik... Sonra hoca sana seslendi sen de biraz sonra dönüp baktın ya derin bir oh çektim diyor.

Biraz sonra hocanın sesini duydum oğlum baksana tut şu sopayı çekcem seni bota diyor. O an bi daha kendime geldim. Sonra hoca beni bota çıkarıp attı. Ben karaya vurmuş balina gibiyim botun içinde ilk bi kaç saniye. Herkes bana bakıyor, biri bağırdı kafası patlamış kanıyor diye. Haydaaa! Bakıyorum kan man yok, aldım elime küreği kardeşlerim gün mücadele günüdür asılın küreklere diye bağırıyorum. Kafa gitmiş yine!

Neyse öyle böyle bir şekilde o parkuru bitirdik. Yalnız bitiş noktasında ellerimi ve ayaklarımı hissetmiyordum, hatta ayaklarım acıyordu artık. Hemen orda kıyafetleri değiştik bizi paketlediler attılar servise öyle ısındım falan da kurtuldum hipotermiden. Yoksa kesin gitmiştim...

Bu da böyle bir anımdır işte...


23 Aralık 2016 Cuma

Bolu Dağı

Geçtiğimiz haftalarda ani bir kararla Abant'a gittim. Giderken de herkes gibi Bolu Tüneli'ni kullanmadım. Onun yerine Bolu Dağı'na çıktım. Belki de insanlar bana deli diyor ama var her şeyin bir sebebi.

Bolu Dağı yıllarca geçtim durdum... Daha ilk kez ufak bir çocukken gördüm onu. Kimisine göre eve giden yoldaki en büyük engeldi, kimisine göre en büyük tehlike!

Peki ya bana göre?

Bilmiyorum... İlk zamanlar çok bir şey anlamazdım sanırım, ama değişik bir ilgim vardı ona karşı. Bulutların üstüne çıkarırdı kimi zaman beni, kimi zaman kar sürprizi yapardı. Kar yağışını o kadar çok seviyorum ki, bu mutluluğu çoğu kez yaşatırdı bana. O zamanda kayan tırlar, yolda kalan arabalar çok olurdu bunlara canım sıkılmazdı ki hiç!

Bunca yıl geçti üstünden, tüneller yeni yollar açıldı her şey kolaylaştı. İnsanlar uzaklaştı birer birer, herkes kolay olanı seçiyor tabi artık bu devirde... O da işi biten herkes gibi terk edildi yalnızlığına.

Ama zor da olsa ömrün yettiğince ben hep burada olacağım, yazın aniden bastıran yağmurunu da, kışın geçit vermeyen yollarını da seviyorum. Sabah aniden çöken sisinden önümü göremesem de bir şekilde ilerlemeyi seviyorum. Seviyorum işte bir sebep mi gerek buna?

Her seferinde de otoyoldan çıkıp Bolu Dağı'nı göreceğim. Geçerken 5 dakika bile olsa.

ve zor olan güzeldir... emek harcanan şey güzeldir...


4 Aralık 2016 Pazar

Üzülme; bil ki ağladığın kadar güleceksin...


Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif...
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü...
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin...
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün...
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin...

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel


İnsanın yanında her zaman dostları olmalı. Biz birlikte güçlüyüz ve her şeyin üstesinden geliriz.

Duygu ve Koray için...