Sic parvis magna

22 Şubat 2017 Çarşamba

Avrupa Alpler Gezisi Günlükleri - 11. Gün

Son ki üç dört...


Venedik'te geçen güzel bir günün ardından, arabamızı Mestre'den alıp tekrar yola çıktık. Autostrade Venezia-Milano boyunca gün batımıyla beraber Bergamo'ya doğru sürüyoruz. Buradaki otoyol oldukça kaliteli. Eh ne de olsa km başına iyi bir miktar ödeme yapacağız! Hedefimiz gün batana kadar biraz daha sürüp, Bergamo'ya yakın bir mesafedeki otoyol tesislerinden birinde geceyi geçirmek. Hava o kadar sıcak ki, gün batmadan arabayı durdurmak ve klimayı kapatmak öneri olarak bile ileri sürülemez!

Güneş battıktan bir süre sonra bir Autorgrill tesisi görür görmez hemen durduk. Aracı park ettik, tesisle ilgili gerekli incelemeyi yapmak üzere Chris gitti. Döndüğünde elinde bir paket dolusu bira vardı! Bu sıcak günde soğuk bir bira içmek istemişti ama markette aradığını bulamayınca, 6lı paket bira indirimde diye onları almış gelmiş. Onlar da sıcak...

Gece o kadar sıcak ve bunaltıcı geçti ki, ben bile defalarca uyandım. Bir keresinde yine hafif uyanmışken, bir fan sesi ve aracın yanan göstergelerini gördüm. El yordamıyla telefonumu buldum ve saate baktım. "Daha saat 4! Hof, sabaha çok var..." O anda gözüm bir an çakmaklıktaki göstergeye gitti, telefonum şarja takılıydı ve voltmetre-Çin'den getirttiğim muhteşem alet, hem aküyü ölçüyor hem telefon şarj ediyor- 11Volt gösteriyordu. Bir an aklıma akü geldi ama o an içim geçmiş tekrar uyuya kalmışım.

Sabah saat 7 civarıydı sanırım bir ara yine uyanmışım. Chris'e baktım nerede diye, kapısını açmış kenarda bir kaç bir şey atıştırıyordu her zamanki gibi. İngilitere'nin soğuna alışmış tabi İtalya'nın sıcağı dar geliyor ona. Gece pek uyuyamamış.
Bir süre sonra ben de kalktım, eşyalarımı alıp duşlara gittim. Bu arada duş €3 ve sınırsız süre kullanabiliyorsunuz. Tuvaleti içinde ve sıcak suyu da var. Temizlik ise eh işte denecek kadar. Genel olarak azami şartları sağlıyor. ( İsviçre, Almanya ve Avusturya'dan sonra İtalya'nın yol kenarı tesislerini hiç sevemedim. Oradakiler epeyce geniş alana yayılmış bol yeşillikli yerlerdi. Tuvalet ve duş imkanları ise oldukça temiz ve başarılıydı. İtalya'dakiler genelde bizim yol kenarı tesislerimize benziyordu. Otopark kısmı ise oldukça kalabalık ve iç içeydi. Yani aslında geceyi araç içinde geçirmek için çok da uygun yerler değiller. Zaten o gece de gelen giden arabanın hesabı yoktu, pek de rahat edemedik. )

Tesisten bir görünüm
Duştan çıkınca arabaya geldim eşyalarımı yerleştirdim kahvaltı yapmak için bir kaç şey almak üzere bagaja yönelecektim ki...

+ Hey mate, we are out of battery! Look, it doesn't ignite!
- Hadi ordan Chris şaka yapıyorsun! Dur bi de ben basayım marşa!
 Arabadan bir cırlama sesi gelir, ve son gösterge ışığı da söner... Buyurun cenaze namazına
 Aha valla akü bitmiş! Bellissimo! Chris, did you forget the lights on last night?
+ I think so... It's my mistake. We have to bump the car or charge it.
- What? Olum vurdurmak lazım şimdi bunu ya kabloyu nerden bulcan! Aferin!
+ Let's give a try, I will push the car then you will try the ignition!
- I haven't done it before, sit, I push!

Sen o kadar yoldan gel, dağları tepeleri aş şurada giderayak akün bitsin iyi mi!

Şimdi aracı vurdurmak gerek veya şarj etmek. Kablomuz olmadığına göre ilk seçeneğimiz vurdurmak olacak. Fakat eğim ters yöne, yani otoyoldan tesise giriş yönüne doğru. Araç Ford Fiesta ve 1300kg civarı maksimum, eh hiç yoktan iyidir!
Biraz mücadelenin ardından, oradaki bir Alman'ın da yardımıyla aracı vurdurmak için ters yöne çevirdik. Alman'ın yardım için yanımıza gelmesi şaşırtıcı!

1. deneme
El freni indi, vites boşta ben arkadan aracı iteliyorum. Araç hareket etti, hızını aldı, biraz gitti fakat ilk deneme başarılı olmadı! Haydi aracı başlangıç noktasına tekrar geri ittik. 2. deneme için hazırız! Bir taraftan da tesise araç girişi devam ediyor. Bu sebeple uygun aralığı bekliyoruz. Moral bozmuyoruz olabilir böyle şeyler. Beni tanıyanlar o an çıldırmış olduğumu falan düşüneceklerdir. Ama hayır hayatımda hiç olmadığı kadar sakin ele alıyorum konuyu. Ben de şaşırdım. Ama İrem'le Cansu demişti bana, "Sen Fas'tan dönünce iyice pamuk gibi oldun." Şimdi hatırladım bak.


2. deneme
Aracı yine itinayla ittim! ( Merhaba L5-S1 ve spondylosis) Chris hızını aldı, denemeye başladı. Karavana, karavana ve bum! Aracı çalıştırmayı başardı! Aracı uygun bir köşeye sürüp park etti. Koşarak yanına gittim, motor tekleyerek de olsa çalışıyordu. Veee piston aşağı! Nasıl yani? Chris aracı viteste unutmuşsun! Perfecto!!! Şimdi araba olduğu noktadan daha ters bir noktada kaldı! Biraz mola, ben çok terledim!


3. deneme "Ragazzi! Attenzione!"
Bir miktar debelenmenin ardından yine başlangıç noktasına ittik aracı! Tam vurduracağız, hop bir polis arabası durdu yanımızda. "Ragazzi! Che cosa state facendo!"
( Olimpiyatlara hazırlanıyoruz memur bey, yol kenarında ne yapabiliriz ki başka? )
Primitif İtalyancam ile durumu anlattım.

+Prima sera, dimenticato lucce della auto aperta, non che batteria!
 - Purtroppo!  Chiama assistenza!
Sanki onu biz bilmiyoruz?
+Ma, assistenza e piu costoso. Sono solo studente. Posso provare per ultima tempo?
- Non possible. Parcheggia la Auto!

Mecbur aracı bırakıyoruz. Chris'e durumu anlatıyorum. Nasıl olur diyor! İngiltere'de olsa polis yolu 2 dakika tutar seninle aracı iter yardımcı olur diyor. Eh burası İtalya! Pek de yardımcı değiller!
Bu arada polisler bize inanmamış olacaklar ki bir süre daha bekleyip bizi gözlediler, bir daha deneyecek miyiz diye. Aslında ben bir kez daha denemek isterdim fakat ceza yememek için risk almak istemedik.


Şimdi bize kaldı 2. seçenek, şarjlama! Jumper denilen bir çift kabloya ihtiyacımız var. Chris benzinliğe sordu ve kablonun €40 olduğunu öğrendik. Dur dedim insanlara sorayım bir. Az buçuk İtalyancam ile insanlara durumu anlatıyor ve kabloyu soruyorum. Hepsi yok diyor, bilmiyorum diyor. Karavanlara soruyorum. Onlarda da yokmuş.  Bırakın canım bu lafları bu kadar kişiden birinde bile mi olmaz kablo! Kablo olsa, daha şarjlama var! Onun için arabayı nereden bulacağız, kablosunu vermeyen adam arabasını hiç vermez. Türkiye'de olsak, 10 dakika geçmezdi biri gelir bizim için arabamızı şarjlar ve gönderirdi eminim.

Bir tane tıra gittim. Bulgarmış, biraz konuştuk. Türkçe günaydın dedi sonra bir anda bağırarak beni kovaladı. Varya bunu unutursam iki olsun, bugünden tezi yok Bulgara benden su yok su! Bu sefer arkadaki Tır parkına gittim, biraz uğraşı sonucu bir Polonyalı buldum. Az buçuk Almancam ile yardım istedim. Adam hemen dedi ki: "Gel vereyim kabloyu." Tırın bir yanından kabloları çıkardı, eldiven de lazım olur, bunları da al. Ben kahvaltımı yapacağım işin bitince getir, dedi. Şaka yapıyor falan dersin ama yok! Polonyalı has adam çıktı.

Kablolar geldi, orada meyve satan bir İtalyan'dan da rica ettik, arabaları bağladık şarjladık. Biraz sohbet falan derken arabalar hazırlandı. Gücü arabaya verdik, artık çalışıyordu. İşlem bitince Polonyalı'ya kablosunu geri getirdim, teşekkür olarak da Chris'in biralarından verdik. O da mutlu oldu!

Neyse sonuç olarak biraz uğraşılı da olsa yola tekrar koyulduk. Gezinin sonuna doğru yaşadığımız ufak çaplı bu kriz önce canımızı sıksa da sonradan çok eğlendik! Müthiş bir tecrübe oldu!

Yalnız nazarı görüyorsunuz değil mi?

Şimdi Bergamo'ya doğru gidiyoruz, başladığımız yere!

16 Şubat 2017 Perşembe

Avrupa Alpler Gezisi Günlükleri - 10. Gün

10. Gün


Güne erken başladık, hotelin önünden Venedik merkez istasyonuna giden otobüs geçiyormuş. Ona atladık, birkaç durak sonra Venedik’teyiz.  Tuhaf bir yol oldu Venedik’e gelmek için, sanırım böyle hayal etmemiştim hiç? Aslında az kalsın bu gezi olmasa Venedik’i göremeden dönecektim!

Venedik oldukça büyük ve karışık, elimizde yine bir harita, ama biz kendimiz keşfedelim istiyoruz. Tüm gün buradayız nasıl olsa! Ama ilk iş karnımızı doyuralım değil mi?  Sabah kahvaltı için marketten mozzeralla, domates ve ekmek alabilirsiniz. Tam Türk işi olur! Veya İtalyan usulü, bir kahve ve Cornetti! Cornetti dedikleri şeyler tam bir enerji bombası bir de pistachio'lu yani Antep Fıstıklı ise! Nutella severleri de unutmamış İtalyanlar!


Venedik sıcak çok sıcak! Buraya ilkbahar veya son baharda gelinmeli. Hatta sel bastığı zaman gelinmeli, tam bir Venedikli gibi hissedersiniz o zaman. Sisli puslu havada bence daha hoş bile olabilir bu şehir. Daha mistik bir havası olacağı kesin! Ayrıca çok fazla turist var yaz aylarında :(

Eminönü ve Karaköy çevresinden sonra Venedik bana çok tanıdık geldi! Aynı bizim oralar değil mi? Sokakları karış karış geziyoruz, kanalların sağından solundan geçip bazen çıkmaz sokaklarda kayboluyoruz. Kanal boyu dizili binalar sanat harikası, bizim boğazdaki yalılar gibi dizilmişler kanalın çevresine manzara çok güzel! Ama bir tuhaflık var, Venedik çok mu turistik ne?


Burada yaşamak değişik ve kendine has . Kanallarda gondollar geziniyor, evlerin önünde kayıklar dizili. Sanırım gondollar artık sadece turistik. İnsanlar kendi botları ile ulaşımı sağlıyorlar. Bu da Venedikliler için bir nevi araba. Eve gitmek için bir çok yolunuz var, kanallarda işleyen vaporettolar ise bizim şehir hatları vapuru gibiler, vızır vızırlar.


Gondol'a binmedim. Onun için hakkımı ileriye saklıyorum, buna gerçekten değecek birine saklıyorum!

Güzel bir yer yani Venedik, değişik bir yer. Ama aradığım o etkiyi yaratamadı bende, belki çok beklentiyle gittim, belki yanlış zamanda gittim, çok sıcak ve kalabalıktı sonuçta. Benim gibi kalabalıktan hoşlanmayan biri için böyle güzel bir yer bile bir süre sonra çekilmez hale gelebiliyor. Ya da belki yalnız gittim ondandır, kim bilir? Ama artık bir daha gidersem hangi mevsimde gideceğimi, neler yapacağımı çok iyi biliyorum! Siz de ömürde bir kere olsun gidin görün derim.

Koca bir gün Venedik’i arşınladık baştan aşağı, yorulduk terledik, çeşmelerden kana kana su içtik. Artık arabaya dönme vakti, yarın Bergamo’da olacağız ve sona adım adım yaklaşıyoruz. Benim için de Venedik ile beraber gezi tamamlanmış oldu sanırım. 


Rüya gibi geçen günler yaşıyorum ve bitmek üzereler…

13 Şubat 2017 Pazartesi

Avrupa Alpler Gezisi Günlükleri - 9. Gün

9. Gün


Bugünkü rota Verona ve sonrasında Venedik!

Dünkü vahim olayın ardından moralim çok bozuk ama yola devam edeceğiz, ilk hedef Verona şimdi risk almıyoruz ve tabelada ne yazıyorsa  biraz olsun bile üstüne çıkmıyoruz. Arkamızdan gelen İtalyanlar bize korna çalmayı ihmal etmiyor. Ama sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Hal böyle olunca Verona’ya varmamız biraz vakit aldı. Yine şehir merkezine giremeyeceğimiz için biraz uzakta bir marketin açık otoparkına aracımızı çektik ve şehir merkezinin yolunu tuttuk.

Verona, Roma’dan sonra Kolezyuma benzer bir yapıya sahip güzel bir şehir. Roma döneminden kalma bu yapı şehre hoş bir hava katıyor. Şehrin mermer kaplı sokakları ise size zamanında ne kadar zengin olduklarını hatırlatıyor. Oldukça eski ve güzel olan bu şehri özel yapan çok farklı bir şey var aslında!

Verona, Romeo ve Juliet’in şehri!

Tam sevgiliyle gezmelik bir yer daha, gerçi bu hikayenin sonu da trajik bitiyor...

Eğer gelirseniz buraya Juliet’in balkonunu görmeden dönmeyin. Duvarlara sizde aşkınızı yazın, avluda Juliet heykeli ile de fotoğraf çekinirsiniz falan işte yalnız değilseniz güzel şeyler bunlar.


Juliet'in Balkonu
"Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri... Öpüşürken yanıp tutuşan ateşle barut gibi..."

Arena

Arabaya döndük fakat hava inanılmaz sıcak. Araba yanıyor adeta! Dün aldığım çikolatalar dümdüz olmuşlar bile. Açtık camları düştük yollara tekrar. Verona’dan Venedik’e doğru yine kasaba yollarından gidiyoruz. Çok değişik kaleler kasabalar göre göre yol almak güzel. İtalyanlar babadan, dededen kalan bu kaleleri, konferans salonu veya otel gibi amaçlarla kullanıyorlar artık. Zengin olanlar ise içlerinde yaşamaya devam ediyor. Bu arada yine bir çok kule tipi radar gördük yolda. Ama bazıları sadece süs olarak konmuş yani aktif değildi. Ümit ediyorum ki benim girdiğim radar da öyledir. Ama hiç sanmam, benimkisinin camı parlaktı. :(

Uzun yavaş ve yorucu bir günün ardından Venedik’e yaklaşıyoruz. Anakarada, Mestre’de bir hotel ayarladım yoldayken. Bu kadar maceranın üstüne Venedik’i gezmeden iyice dinlenmeliyiz.

Akşam üstü kendimizi zar zor hotele attık… Odaya yerleştik. Parasına göre çok iyi bir yer bulmuşuz şansa. Şimdi güzel bir duş ve dinlenme vakti!


Yarın sabah erkenden kalkıp Venedik’e geçeceğiz.

Venedik için çok heyecanlıyım!

9 Şubat 2017 Perşembe

Avrupa Alpler Gezisi Günlükleri - 8. Gün

8. Gün

Buongiorno Italia!
Artık yeniden İtalya sınırlarındayız! Simkartımı takıyorum yeniden online olduk ve işler artık daha kolay!

Günün hedefi, Moena! İtalya’daki Türk köyü! Evet, evet, Türk köyü, yanlış okumadınız. Osmanlı zamanında bir asker savaşta yaralanınca buraya sığınmış, köylüler de ona sahip çıkmış. Daha sonra bölgedeki derebeyin zulmünden insanları koruyunca buranın sayılıp sevilen önde gelen insanı olmuş. Buradaki insanlar da kendileri Türk olarak görüyorlarmış!

Günün diğer yarısında ise Stelvio Geçidini aşacağız gibi gözüküyor. Yalnız İtalya’nın bu bölgesi çok dağlık, bir sürü dağ geçitleri, dar yollar ve tüneller ve dönemeçlerden geçe geçe yol alıyoruz. Çoğu yerde teleferik istasyonu görmek mümkün, kayak tesisleri ve kış sporları ile meşhur bir bölgedeyiz anlaşılan. (Eve geldikten sonra aslında geçtiğimiz bölgenin meşhur Güney Tirol bölgesi olduğunu instagramdaki bir fotoğrafa bakarken manzaranın tanıdık gelmesi sonucu anlayacaktım. Ahahaha gerçekten hoş bir andı.)


Dağlar, ormanlar derken bir ara yolun sol tarafında ormanın içinde güneşten parlayan garip bir mavilik gördük. Az ileride de bir tabela! Hemen o patikaya daldık. Arabayı olabilecek en müsait şekilde toprak yolun kenarına bıraktık.
Gördüğümüz şey çölde bir serap gibiydi! İnsanlar burayı bilerek gelmişlerdi biz ise yine tesadüfen böylesi bir güzelliğe tanıklık ediyorduk! Fotoğraflar bu görüntüyü yeteri kadar anlatamayacak ama...
Hayat güzel tesadüflerle dolu... :)


Bir sürü dağ geçidini uçurumları aşıp Türk köyü Moena’ya vardık. Buranın merkezine araçla girmek yasak. İtalya’da eğer o bölgede oturmuyorsanız, bu tür tarihi merkezlere araçla girişiniz yasak. Kameralar ile kontrol yapılıyor ve otomatik ceza kesiliyor. Vay ben bilmiyordum, yanlış girmişim diyemezsiniz maalesef. Biz de uyarıyı görür görmez aracı şehir dışındaki bir otelin otoparkına rica ile park ettik.


Kısa bir mesafe yürüdükten sonra köye vardık. Köy artık kasaba olmuş diyelim. Epeyce büyük, ama ben etrafta ne bir Türk bayrağı görüyorum ne de kırmızı beyaz evler. Oysa okuduğum yazılarda böyle değildi :( Chris bile bana inanmadı emin misin falan demeye başladı!

Bir süre dolandıktan sonra amcalara primitif İtalyancam ile Türk askerini sordum, onlar da arka sokakta çeşme olduğunu söylediler. Eh gittik baktık, bir çeşme var tipik bir Türk askeri büstü altında ay yıldız. Ama şimdi festival zamanı olmadığı için ortada bir tane bile Türk bayrağı yok. Ben de kendi bayrağımı koyup fotoğraf çekiyorum. Üzüldüm açıkçası, anlaşılan buraya 19-21 Ağustos’taki Türk festivali zamanında gelmek gerekiyor, onun dışında Türklükle alakası yok. Ama Chris hikayeye şaşırdı! Gezi boyunca da Türkleri bulduğum için artık Türkler'in her yerden çıkabileceğine inanıyor.



Buradan çıkıp Stelvio Geçidi’ne doğru yol alıyoruz. Stelvio geçidi nam salmış bir yol, Dünya’nın en zor yolları arasında ilk 10'da yer alıyor. Bir çok spor araç sahibi de buranın tadını çıkartmak için uzaklardan geliyor. Yol boyu gördüğümüz Porsche, Lamborghini, Ferrari, Pagani, Maserati gibi süper spor araçları sayamadık…

Stelvio geçidi oldukça kalabalık, yer yer sollama yapmak oldukça sıkınıtılı. Hatta kimi zaman karşıdan gelen araçlara yol vermek için bir tekeriniz boşa çıkacak kadar uçuruma yaklaşıyorsunuz.  Tüm bunların yanında bir çok bisikletçi de burayı çıkmaya çalışıyor, onlara da azami saygıyı göstermelisiniz. Ama hepsi verdiğiniz emeğe değecektir!


Azmettik ve zirveyi gördük sonunda! 2756metre! Doğu Alplerin en yüksek karayolu! Dünyanın en tehlikeli 10 yolundan biri!

Ama ne manzara, cidden biz bu yolu mu geldik şimdi? Yıllardır hayalini kurduğum geçitte miyim şu an?

Kafamın üstünde bir şahin çığlığı...  Hemen yanımdan süzülerek dağlara doğru gitti… Gözlerim doldu , mutluluktan ağlamak üzereyim...

Tüm bu gezinin kaynağı belki de Stelvio Geçidi’ydi…
Hayaller, emekler, çabalar! İşte şimdi hepsi şu an burada! Oldu be işte sonunda!

Her zaman yanımda olup beni destekleyen aileme ve arkadaşlarıma minnettarım. Bana güvenip bu maceraya katılan Chris sana da helal olsun!


Yorgun ama tatmin olmuş bir şekilde dönüş yolunu tuttuk. İtalya’da otoyollar inanılmaz pahalı ve radarlar da cabası. Bu sebeple, genelde daha arka yollardan gitmeyi tercih ediyoruz. Bu akşam hava kararmadan bir süre daha gideceğiz, klimadan faydalanmak istiyoruz. Şimdi Trento bölgesinden geçiyoruz, her yer üzüm bağı, şarap fabrikası… Bahçeler bağlar arasından yol alıyoruz gün batımında güzel bir manzara… 

Yol boyu kule tipi radarlardan gördük, hız sınırına hep özen gösterdik, lakin bazı noktalarda da İtalyanlar’a uyduk, onlar nasılsa biliyordur diye. Artık epey yorulmuşken, bir virajı döndüm kasaba girişi 50km/s tabelası çıktı ben de 70km/s’ye yakın gidiyordum, virajı dönüp fren yapana kadar karşıma kule radar çıktı! Fren de yaptım ama eyvahlar olsun! Bir anlık dalgınlık nasıl sonuçlandı! Ben ki kurallara çok dikkat eden biriyim, daha önce hiç trafik cezam yok! Şimdi burada radara girdim!  Olanlar oldu bir kere!

Moraller yerde, ilk benzinliğe aracı çekip konaklama kararı aldık. Devam etmek daha fazla hataya yol açabilir!

Şimdi bu radar cezası nasıl gelecek nasıl işleyecek içim içimi yiyiyor, araç bana zimmetli olduğu için ceza benim kartıma kesilecek. Ama İtalya bu konuda kötü bir üne sahip! Kim bilir nasıl bir ceza gelecek? İnternetten kısa bir araştırma yapıyorum. Durum karışık ve kötü! Bir an önce uyumak istiyorum, yarın olsun belki biraz daha iyi hissederim. :(


Merak ediyorum da, ne zaman çok mutlu olsam, ne zaman güzel bir şey olsa sonrasında hep böyle kötü bir şey mi gelecek başıma?

 Nazar var nazar, kurşun döktürmek gerek!

2 Şubat 2017 Perşembe

Avrupa Alpler Gezisi Günlükleri - 7. Gün

7. Gün


Bu sabah, Hallstatt yolundayız. Dünyaca ünlü mutlaka görülmesi gereken bir köy burası. Yıllardır merak ettiğim bir yerdi, bu kadar yakınken görmemek olmaz değil mi? Geçerken 5 dakika da olsa!

Dağların arasından göllerin etrafından Hallstatt’a varıyoruz. O kadar kalabalık ki otoparkta zor yer bulduk. Otoparkın hemen yanında tepeye çıkan bir finüküler var. Onunla tepeye çıktık. Tepeden manzara müthiş! Bu manzara Unesco Dünya mirasında! Çevredeki buzullar eridikçe dağları oymuş ve sonunda bu vadi ve göl oluşmuş.

Hallstatt aslında tuz madenleri ile ünlü bir köy, ama yapılan arkeolojik kazılardan sonra ilk yerleşim tarihinin çok eski zamanlara kadar gittiği ortaya çıkmış. Bu arada tuz madenlerini gezebilirsiniz, ama bizim bütçemize göre pahalı olduğu için sadece çevresini görmeyi tercih ettik. Dağlara doğru biraz trekkingin ardından, eski tuz madenlerinin de önünden geçerek, patikadan köyün merkezine indik. Köy ufak ama çok güzel. Bir sürü yerel dükkan ev yapımı çeşit çeşit tuz satıyor. Tuzun baharatlısını da daha önce hiç duymamıştım! Yemeğe çok daha özel bir tat kattığını iddia ediyorlar. Bu arada köyün doktoru da varmış, sokakta geçerken tabelasını gördük. Tam mecburi hizmet yapılacak yer yani! 




Hallstatt’tan çıktık, şimdiki hedefimiz Grossglockner geçişi! Yalnız hava çok bulutlu, manzaramız az olacak gibi. Yola çıkmadan önce göl kenarında piknik alanında bir şeyler atıştırıyoruz. Dağ tepe yine geze geze Grossglockner’e geliyoruz. Bu geçiş milli park içinde olduğu için kullanımı ücretli. Araç için €25 ödedikten sonra gişeleri geçip zirveye doğru yola koyulduk. Bu sefer yol zorlu, oldukça dar ve kısa mesafeli "U" dönüşleri var.  Yükselti gittikçe artıyor, oksijen oranı da azalıyor. Haliyle atmosferik motorlu 59bg arabamız artık gitgide zorlanıyor, en hızlı vites geçişimi dahi yapsam 1’den 2’ye geçerken devir kaybetmemek çok zor! Adeta beni bırakın kendinizi kurtarın diyor bize... Olmaz beraber çıktık bu yola kimse kimseyi yarı yolda bırakmayacak!

Heel&toe, ara gazlar, hızlı vites geçişleri ve bir takım mücadeleler sonrası kendimizi dorukta buluyoruz. Asıl doruk 3797 metrede, geçit ise 2504 metrede. Nefes kesici! Bulutların içindeyiz artık! Hava kapalı olduğu için çevreyi net göremiyoruz ama belki de şimdiye kadar ki en güzel karelerimden birini yakalıyorum! Neye niyet neye kısmet! Hem ben böyle puslu havaları çok severim!


İniş için Chris direksiyon başında, dağın bu tarafında temmuz ayında olmamıza karşın hala kar görmek mümkün ve her yer çayır çimen…

Yalnız çıkmak kadar inmek de zor, zira eğim o kadar fazla ki araç ne yaparsak yapalım hemen hızlanıyor. Motor freni nafile, 1. vites imkansız, 2. Viteste araç oldukça kasılıyor ve frenle desteklemek gerekiyor. Eğer 3. vitese atarsak da virajı dönmemiz imkansız :) Ama yol boyu manzara inanılmaz! Gözlerime inanamıyorum, kendime inanamıyorum, bu hayal mi gerçek mi?


Tozu dumana kattığımız bir inişin ardından yolun sonunda İtalya sınırına yakın Lienz kasabasına vardık. Avusturya’da yakıt ucuz olduğu için İtalya’ya girmeden depoyu doldurduk. Geceyi bu kasabada geçirelim dedik, yol üstünde bir de Adana kebap yazan dükkan görünce arabayı park edip buraya geldik. Ama maalesef  kebap yoktu, dükkan da Türklere ait değilmiş, biz yine döner teller’a kaldık. Karnımızı doyurup, internet ihtiyacımızı da giderdik. Günü kapatmaya hazırız artık...

Sonra düşündük ki, yarın yolumuzu uzun olacak, bugün çok da yorulmamışken, gece biraz yol alıp kendimizi İtalya sınırına atsak fena olmaz. Atladık arabaya İtalya yönüne doğru gecenin zifiri karanlığında sürmeye devam ettik. Bir süre sonra İtalyan askerlerini görünce anladık ki İtalya sınırlarına girmişiz. Hemen oradaki ilk dinlenme tesisine arabayı çekip durduk.

Dağların arasındayız, gökte yıldızlar parıldıyor yine, inanılmaz güzeller, yanda akan ırmağın sesi huzur verici ve yolda bizden başka kimse yok. Her şey susmuş durumda!


Eh bizim için de artık dinlenme vakti!