Hipoterminin kıyısında...
Napoli'den dönmeme bir kaç gün kalmıştı. Ben ise "Sentiero Degli Dei" yi şu fani gözlerimle bir kez daha görmeden dönmek istemiyordum. İlk görüşte vurulmuştum adeta ona... Bir daha ne zaman onu görürüm bilemezdim...
İşlerimi yoluma koydum, kendime bir gün belirledim bir kaç arkadaşa haber verdim.
Plan hazırdı, sabah ilk otobüs ile Agerola'ya geçip güneş tepeye varmadan yolun çoğunu geçecek, öğleden sonra ise Positano'da denizin keyfini çıkartacaktık. Hava durumunu kontrol ettim. O da ne! Napoli'de fırtına için sarı alarm-%50den fazla- verilmiş. Olamaz, olamaz! Hemen Positano'ya ve Agerola'ya baktım. Napoli'den 60km uzaktalar, hava farklı olabilirdi. Rapor benim yanımdaydı. Sabah hafif bir yağış sonrası günlük güneşlik olacak diyordu. Riske değerdi, karar alındı gideceğiz!
15 Temmuz 2016 sabah 7.45'te Piazza Borsa'da Manon ile buluştuk. Sadece ikimiz vardık zira diğerleri vazgeçmişti, çok erken gidiyorduk, uzun bir gün olacaktı ve gece epey bir geç saate kadar -evet her zamanki gibi-dışarda takılmıştık. Bu durumda limitleri zorlamak-Iron Man olmak- gerekiyor. Manon trekking fotoğraflarımı görüp sormuştu, ben de tekrar gideceğim zaman onu da çağıracağıma dair söz vermiştim.
Canım zavallı Manon, benimle tanıştığı güne lanet ediyordur belki. Toplamda 3 kez beraber geziye gittik. İlkinde Paul, Manon ve ben Vezüv yolunda vahşi köpeklerin saldırısından ucuz kurtulduk. (Doğrusu Allah korudu, yoksa 3. sayfa haberi olacaktık.) Diğerinde Sorrento'ya denize gittik, sanırım orada ayağını yaralamıştı, hatırlayamadım. 15 temmuz günü ise başımıza geleceklerden ikimizin de haberi yoktu!
Saat 8'de limandan otobüse bindik, otobüs boş olduğu için-her zamanki gibi- rahatça uzanarak gittik. Epeyce uyuklamışım orada, uyandığımda yağmur atıştırıyordu ve Bomerano'ya yaklaşıyorduk. Biraz sonra Bomerano'da indiğimizde, sağanak bastırdı. Tıpkı hava durumu raporunun dediği gibiydi durum. Manon'la bir kafeye girdik. Yine kahvaltı yapmadan gelmiş, o bir şeyler yedi, ben kahvemi içtim. Dışarıda deli gibi yağmur yağıyor, dinene kadar biraz beklemeye karar verdik. Bir süre sonra yağış kesilince biz de hareketlendik.
Öyle havadan sudan Erasmus'tan konuşuyoruz, 1-2 turist gördük, başka da kimse yok. Yolun başında haritalı bir kızla karşılaştık. Turist olarak gelmiş Amerika'dan. Tek gezeceği gün de yağışlı olunca morali bozulmuş tabi... Yol uzun canın sıkılır diyerekten onu da bize katıyoruz ve artık 3 kişiyiz. Hava ise bir yağıyor bir duruyor. Yağdığında da ağmak ıslatan tarzında, sen göreceksin ahmak ıslatanı birazdan haberin yok bre ahmak!
Havanın böyle olması iyi oldu diyoruz, terlemeden yol alacağız serin serin. Hem yağmur sonrası taze toprak ve çim kokusu çok güzel olur. Zaman zaman kızlar fotoğraf çekmek için duruyor. Bir o açıdan bir bu açıdan baya bir çekim yapıyorlar.
Uzaktan bir gümbürtü geliyor. Bir yerlere yağmur yağıyor sanırım. Yürümeye devam ediyoruz.
Biraz sonra köşeyi dönüp denizle yüz yüze gelince karşılaştığım manzara hem epik hem de korkutucuydu! Hemen bir fotoğraf çekip bir kaç arkadaşla durumu paylaşıyorum haberdar ediyorum, haber alamazlarsa bizi nerede arayacakları belli olsun. Ailemin durumdan haberi henüz yok, sadece trekkinge gittiğimi biliyorlar.
"hhmm, girls do you see that clouds coming towards us? We need to move on fast immediately! You can take photos later!"
Hızlanıyoruz, yol dar patika, toprak gevşemiş taşlar ıslak ve kaygan. Dahası yolun kenarları hep uçurum, bir düşseniz sizi bulmaları epey zor! Bulutlar bizden hızlı, birazdan tekrar yağmur başlıyor. Ben önden ilerliyorum, Manon'larda şemsiye var onlar arkadan daha yavaş geliyorlar. Yer yer ağaç altında yağmurdan korunuyorum. Derken gök gürültüsü ve kuvvetli bir rüzgâr da başladı!
"Manon get rid of umbrella, it is not safe!"
Şemsiye fırtınaya dönen havada oldukça tehlikeli, hem yürümeye izin vermiyor hem de her an yıldırım düşebilecek yerde sizi açık hedef yapıyor. Manon da şemsiyesini kaldırdı artık onlar da adam akıllı ıslanmaya başladılar.
"Tunahan, how much way do we have up there?"
Yolu az çok hatırlıyorum. Yolun henüz yarısını geçtik bundan sonra çoğu yeri düz ve ağaçlık içinde. Buradan geri dönmek doğru bir karar olmayabilir, hava birazdan düzelebilir(!) o zaman da boşa dönmüş oluruz. Fakat geçmemiz gereken zor bir kaya tırmanışı var! Uçurum kenarında! Ne yapmalı? Kalabalık değiliz, gideceğimiz yer uzakta değil. Risk alıyorum!
"We have just 30 minutes to finish the route, yet there is one big challenge! Stay calm, we can make it!"
Yalan belki 1 saat yolumuz var en az! Bir an var ki hiç unutmuyorum! Acaba yanlış bir karar mı almıştım?
Bir kayalığın altına bir kaç dakika sığınmak zorunda kaldık. Yüksek irtifadayız, bulutların içindeyiz, görüş mesafesi çok düşük, hava sıcaklığı birden çakıldı, yağmur bardaktan boşalmış gibi üstümüze yağıyor fırtınaya direnç göstermek çok zor. Bir kaç dakika sonra bir şekilde oradan çıkıp köşeyi dönüp biraz olsun rahatladık. Hepimiz sırılsıklam olduk, iyiden iyiye üşümeye de başladık.
Düşe kalka yola devam ediyoruz, şimdi de o kaya tırmanışındayız. Taşlar feci şekilde kayıyor. Tırmanışı gerçekleştirmek için çok efor gerekiyor. Her düşeyazdığımda elimdeki batonu yere çakıyorum ve bizi kurtarıyor! Yoksa kafa göz yaracağız! Az önce de uçurum kenarında kurtarmıştı beni o baton! İyi ki almışım diyorum kendi kendime! Bu kısmı o anki heyecanla nasıl geçtiğimizi hiç hatırlamıyorum, ama güneşli havadan daha hızlı çıkmış olabiliriz. Tabi o an hiç bitmeyecek gibi gelmişti bize...
Git git yol bitmiyor arkadaş, üşüyorum. Isınmak için kollarımı ovalayayım dedim. O da ne! Parmaklarım ellerim uyuşmuş! Kollarım da uyuşmak üzere, bacaklarım zaten titriyor. Bir an durup yardım istemeyi düşündüm. Belli noktalarda işaretler var. Acil durumda aranacak telefon numarası ve parkurun bölüm bilgisi yazılı. Sonra dedim, biz bunları arasak, şimdi bu İtalyan'lar gelene kadar epey vakit geçer! Hem neyle gelecekler, helikopterle mi? Onlar da kara yoluyla yürüyerek en yakın köyden gelecekler. İyisi mi biz devam edelim, artık yol bitmeli!
Yağmur yüzünden patikanın çoğunda su birikintileri oluşmuş. İçine girmeden geçmek imkansız. Ayaklar da iyice ıslanıyor! Ama az kaldı ha gayret diyorum! Önden koşturarak gidiyorum ki, kızların direnci kırılmasın bana yetişmeye çalışsınlar. Daha fazla burada kalamayız! Sürekli arkaya bağırıyorum, onları da göz mesafem içinde tutuyorum. Bir taraftan da kendime kızıyorum, sen git çölleri aş, 2500km yol direksiyon salla dağlarda, eve dönmene 4 gün kala burada başına gelenlere bak!
Allah'ım şuradan sağ salim çıkalım artık!
Köy gözüktü! Sonunda Nocelle'ye vardım! Koşarak kafeye daldım, yardım isteyeceğim ama amcalar boş boş bana bakıyor. Hemen çantayı çıkarttım, tişörtü sıktım. Deniz için getirdiğim peştemali çıkardım kendimi sarmaladım. Yedek tişörtümü giydim. Bu sırada Manon da vardı çok şükür! Bu arada kafe dediysem, yazlık kafe yani naylonla örtülü içerisi pek de sıcak değil. Sadece kuru ve rüzgârsız!
+ Manon you speak Italian, please ask for hairdryer!
- What? Why?
+ Just please ask for it!
Bu sırada ben biraz toparlandım. Çanta beni görece korumuş! Manon ise epey etkilenmiş, dudaklarının rengi değişmiş! Peştemal ile onu kuruladık. Bu sırada saç kurutma makinesi geldi. Manon aldı saçına tutuyor!
Şapşal bunun için mi istedik onu! Vücuduna tutacaksın! Ne de olsa tüm kış evde öyle ısınmıştım ben.
Efendim Avrupalıların pratik zekâsı biraz kıt! Ev arkadaşlarım da böyleydi zaten! Velhasıl, jeton düştü, Manon da ısında ve stabil hale geldi. Biraz daha kendimi ısıtayım derken çat etti elektrikler attı! Amcalar demesin mi çok kullandınız ondan öyle oldu! Amca ölüyorduk biz sen ne diyorsun!
Isınmak için birer kahve istedik, iç ısımız da arttı, artık parmaklarımı hissedebiliyordum!
Ahahah inanmazsınız ama 5-10 dakika geçmedi hava günlük güneşlik açtı! Hava durumu raporu 1-2 saat yanılmıştı ve biz az kalsın dağ başında kırıma uğrayacaktık.
Demek ki başımaza geleceği varmış! Yok, yok, kaza geliyorum demiş aslında!
Bu arada köyden bir amca bizi gördü ve 5 dakika sonra elinde 2 tişörtle geldi. Alın giyin bunları dedi! Kafedekiler elektriğe kızarken birinin bize tişört getirmesi şaşırttı. Bize çok üzülmüş adamcağız. Teşekkür ettik, güneşte iyice kurulandıktan sonra ilk bulcağımız araçla Napoli'ye dönmeye karar verdik! Bu arada durumu aileme ve arkadaşlara bildirdim. Artık güvendeydik! Hem deli gibi de güneş çıkmıştı.
1700 basamağı da itinayla indikten sonra, güneş etkisini iyice gösterdi. Eh bu kadar yoldan gelmişiz Positano'ya uğramadan olmaz. Kendimizi iyi de hissediyoruz! Hadi oraya yürüyelim! 15 dakika sonra Positano'dayız! Ben koşarak denize atlarım! Ahahaha yarım saat önce hipoterminin kıyısında gezen sanki ben değildim? Ömürde kaç kere buraya gelirim diyerek son kez yüzüyorum o eşsiz manzarada! Sonuçta hayat bu yarın ne olacağı belli olmuyor...
Aynı günün ilerleyen saatlerinde Türkiye'de akıl almaz olayların yaşanacağını nereden bilebilirdik ki?
Sabah ailem benim için endişe duyarken akşam ben onlar için endişe duyacaktım...
O gece ailemizden uzakta yaşadığımız karmaşa, telaş, korku ve diğer hislerimize hiç değinmiyorum bile...
Bu da böyle bir anımdır işte...