Sic parvis magna

24 Eylül 2016 Cumartesi

İki ülke arasında, Balkanlar'da bir gece vakti

Balkan ülkeleri güzeldir. Bizden bir parçadır, yıllar önce bıraktığımız ata toprağıdır hatta. Hep sevgi duymuşuzdur Balkanlara. "Elveda Rumeli" adlı diziden hatırlarsınız belki, işte benim atalarım da onlar gibi bir zamanlar Balkanlar'da yaşamış daha sonra mübadele ile Türkiye'ye dönüş yapmışlar. Bu yüzden Balkanlar'ın bendeki yeri hep ayrıdır.

(Daha fazla fotoğraf için yukarıdan Flickr sekmesine tıklayabilirsiniz.)

Makedonya/ Ohrid 
Yurt dışına gezi planları yapıp bozduğum bir dönemde EMSA'nın Makedonya'da bir etkinliğini gördüm. Fırsat bu fırsat diyerek hemen kayıt oldum. Balkanlara açılma vakti gelmişti artık! Yurt dışına çıkış bahanem de hazırdı, etkinlik 4-5 gün sürecekti, fakat ben daha fazlasını planlamıştım. Makedonya'dan, Sırbistan'a oradan Bosna&Hersek'e kadar bir çok yere geçecektim. Tabi burada sınır geçmem gerektiğini de biliyordum. Hani ne olabilir en fazla diyordum sınır geçerken? Sonuçta bu ülkelerde T.C. vatandaşlarına vize uygulanmıyor ve resmi bir etkinliğe katılıyordum. Tabi bu da benim yurt dışına ilk çıkışım olacaktı, o yüzden evdeki herkeste bir tedirginlik vardı. Ya sınırda seni alıkoyarlar ise, ya şöyle olursa böyle olursa diye bir sürü vesvese yaptılar. Amma da abarttınız yani demiştim ben de giderken!

Neyse, işte bu etkinlik bitti (Oradaki maceralarımı da sonra anlatacağım), Üsküp'e döndük. Döner dönmez otogara gidip Üsküp'ten Belgrad'a gece otobüsüne bilet aldım. Arkadaşlar ile son zamanlarımızı geçirdik, eşyalarımı aldım bir taksiye bindim ve otogara geçiyorum. Bu sırada da radyoda Dünya Kupası var. Taksici heyecanla bir şeyler anlatıyor, tabi Makedonca. Şöyle oldu böyle oldu falan tabi anlamıyorum orası ayrı... Öyle keyifli bir yolculuktan sonra otogara geldik. Biletimin yazdığı peronu buldum. Saat gece 11, Makedonya'nın Başkenti Üsküp, tek bir otogar var. Kalkan otobüs sayısı altıyı geçmedi sanırım. Buna ülkeler arası otobüsler dahil! Şaşırtıcı! Tamam nüfus az belki ondandır. Neyse otobüse bindim, yanıma tonton bir nine oturdu. Tabi ki Makedonca bir şeyler dedi yine anlamadım. Ona da sakız ikram ettim, kabul etti ve konuşmayı bıraktı. Bir süre sonra yorgunluktan içim geçmiş şoförün anonsuna uyandım, baktım ki sınır kapısına gelmişiz. Pasaportlar toplanıyor. Gururla çıkartıp verdim bordo renkli T.C. umumi pasaportumu! Ne de olsa Balkanlar'dayız değil mi! Hani karşılıklı bağımız olan topraklar!

Sınırdan anonim bir fotoğraf
Aradan bir 15 dakika geçti sanırım, pasaportlar geri geldi, heyecandan içim içimi kemiriyor, ne oldu acaba diye. Muavin önden iki tane teyzeyle beni işaret etti. Yarım yamalak İngilizce ile bizi polisin çağırdığını söyledi. Ahan dedim dakika 1 gol 1! Ne dertleri var acaba diye telaşla indim otobüsten. Uykulu uykulu sınır polisine gittim. Önce teyzelerin sırasıydı. Bir taraftan da ortamı inceliyorum. Bu sırada polisle iki teyze başladılar mı tartışmaya? Az önce sakin ama asık suratlı olan adam, şimdi epey sinirlenmişti. Sonra onların kağıtlarını damgalayıp yolladı. Aferin teyzeler adamı kızdırıp benim başıma bıraktınız! Sıra geldi bana!


Polis bana baktı, birden başladı Türkçe konuşmaya! (Evet ciddiyim)

-Sen Türk ne yapıyor burada?
        Önce afalladım bir, ne oluyor diye. Cem Yılmaz'ın olayı geldi aklıma, salağa yatın! Turist diyin! Zaten gerçekten de turistim!
+Turist!
-Sen Türk ne yapıyor burada? Yok adam cevabımı beğenmedi bir daha sordu.
+Turist, Belgrad, Saraybosna, Mostar Köprü turist!
-Sen ne yapacak köprüyü? Haydaaa adama turist diyorum köprüyü ne yapacak diyor. Köprüyü üstüme almaya geldim sanırsın, ne yapacağım gezip fotoğraf çekeceğim!
+Turist, fotoğraf çekecek, gezecek! (Anlasın diye onun gibi Türkçe konuşuyorum bu arada)
- ..........       Burada gelen soruları yazmıyorum maalesef. Çünkü burada yazmak istemeyeceğim kadar etnik ayrımcılığa maruz kaldım o anlarda. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü! Elin Makedon polisi gelmiş bana nasıl sorular soruyor!

Verdiğim cevaplardan beyfendi yine tatmin olmadı. Bu sefer aldı beni içeriye götürüyor. Polis amirliğine. O sorulardan sonra bu da olunca işte dedim şimdi ayvayı yedik!
Polis amirliğinin içindeyiz, beni bir odaya getirdiler. Büyükbaşlar orada hep, oturmuşlar muhabbet sohbet ediyorlar. Başladı memur beni göstererek bir şeyler anlatmaya pasaportumu havada sallıyor falan! Amiri aldı pasaportuma baktı, yine aynı sorular ne yapıyorsun burada diye başlayıp giden!

Bir taraftan ecel terleri döküyorum kalbim dörtnala koşuyor, bir taraftan da deliler gibi düşünüyorum, bu adamları bir şekilde ikna etmem lâzım yoksa beni bir şekilde gıcıklığına alıkoyacaklar! Sordukları sorulardan belli! Aklıma daha önceden hazırladığım evraklar geldi. Gidiş dönüş uçak biletlerim, kurs davetiyem ( Bu Makedonca hazırlanmıştı iyi ki! ) Hemen bunları verdim, şimdi onlar düşünsün dedim!

Kaldı ki ben Makedonya'ya girmeye çalışmıyorum, oradan çıkıp Sırbistan'a geçeceğim. Sırplar bunu yapsa anlarım da Makedonlar'a ne oluyor?

Evrakları verince neşeleri kaçtı, baktılar ki yapacakları bir şey yok, el işaretiyle bana git yaptılar, küfreder gibi! Aldım pasaportu sevinçle otobüse gittim. 40 kadar kişi yarım saattir sınırda beni bekliyor! Otobüse geldim yerime oturdum, tam bitti derken bir de baktım ki çıkış damgasını vurmamış aşağılık herif! Al dedim şimdi Sırplar soracak bunu! O an otobüste bir bağırmışım, aranızda hiç İngilizce bilen var mı diye! 3 tane genç kız biz biliyoruz dedi. Dedim böyle böyle, damga yok. Bilmiyoruz ama bir sorun olmaz dediler heralde!

Süper kimse bilmiyor ve biz şimdi de Sırp kapısında durduk. İçeri Sırp sınır polisleri geldi. Sanırsın özel harekat polisleri girdi içeri! Bir hışımla pasaportları topluyorlar, sıra geldi bana, pasaportu uzattım. Polis bir pasaporta bir bana bakıyor iki kere falan tekrarladı sonra bir şey demeden gitti. Polis iner inmez de arkamdaki koltuktan bir "hişt hişt" sesi geldi. Zaten diken üstündeyim! Arkamda oturan kadın İngilizce biliyormuş meğer! Bana merak etme o damgadan bir şey olmaz birazdan senin pasaportun da bizimkilerle gelir dedi. Az önce niye demedin bre kadın! İyi bakalım umarım gelir dedim içimden!

Çok geçmeden otobüs hareket etmeye başladı, derin bir nefes aldım! Pasaportlar onaylanmıştı ve artık resmen Sırbistan sınırları içerisindeydik. İlk sınır geçişimdeki bu heyecan bana yetti de arttı! Ama daha durun önümde bir kaç sınır geçişi daha olacaktı...

Şimdi gülerek o geceyi hatırlıyorum ama o zaman epey korkmuştum. Ve evet anneler babalar yanılmıyorlar! Dedikleri gibi sınırda alıkoyuldum! Belki de şansımdı bilmiyorum ama bu da böyle bir anım olarak kayıtlara geçti.

Devamı gelecek...

22 Eylül 2016 Perşembe

Yalnız gezmek...

Bir çok kişi soruyor, neden yalnız seyahat ediyorsun, korkmuyor musun, nasıl zevk alıyorsun? Ve bir o kadar daha soru...

Doğrusunu söylemek gerekirse ilk kez yalnız yurt dışına seyahat ettiğimde bunun bir tutkuya dönüşeceğini bilemezdim. İnsan istemiyor mu ki arkadaşlarıyla gezsin etsin falan... Tabi istiyor ama defalarca ertelenen planlar falan derken bir gün çıkıp gidiyor işte insan... Önce tedirginlik hissi ağır basıyor bir süre sonra da her şeye karşın başarılı olunca kendine güven geliyor. Tamam diyorsun oldu, ama yine her seferinde ayrı bir heyecan oluyor içinde orası ayrı! Bir kez de özgürlüğün tadını aldıktan sonra işin rengi değişiyor.

Detaylı anlatsam sabahlara kadar sürer bu konu biliyorum. Kısaca tek gezerken yaşadığım zorluklardan bahsedeyim.

Bir kere sırtını yaslayacak biri yok yanında. Düştüğün her zor durumdan kendin çıkmalısın. Sınırda rehin mi tutuldun? Hastalandın mı? Tuvalete mi gittin? Şunu iki dakika tutsana diyeceğin kimse yok. "Bir de beni tek çek" diyeceğin adamın yok bir kere. ( Hem o turistler de hiç iyi fotoğraf çekemiyor.) Yani bu yola tek çıktıysan kendine yetmeyi bileceksin arkadaş.

Yeri gelecek, dil bariyerinden iki laf edeceğin insan olmayacak. Bazen yabancılarla konuşmak istemeyeceksin. Bu sefer de başlayacaksın kendi kendine konuşmaya. Ha bir de buna kendini kaptırdın mı vay haline geçmişler olsun. Bitmek bilmeyen hesaplaşmalar, susmayan iç ses, o yolculuk kimi zaman zor gelecek. Tabi o iç sesle mücadele etmeyi bilirsen bundan kazanç bile sağlarsın. Mesela insan kendini daha iyi tanıyor böyle zamanlarda.

Ama dürüst olayım tek gezmek eğlenceli de olabiliyor. Kendi kafana göre yuvarlanıp gidiyorsun işte, istediğin yerde istediğin kadar takıl. Bir şehri beğenmedin mi, hop hemen başkasına geç. Şurada biraz daha kalsaydık diyen biri yok. Bir müzede saatlerini harca, tüm vakit senin nasıl olsa. O gün canın mı sıkkın otur bir köşede bir kaç şey iç, ye... Sonra bir bakmışsın az önce tanıştığın insanla derin sohbete dalmışsın. Kendi arkadaş grubun içinde kapalı değilsin. Liste iki taraf için de böyle uzayıp gider... Başka zaman tekrar konuşuruz bunları...


Kısacası gezin arkadaşlar, ona buna bakmayın, asın ceketinizi takın çantanızı sırtınıza gezin. Hayat bu beklemeye gelmez...

Lasciatemi Cantare...

Lasciatemi Cantare demiş Toto Cutugno!

İtiraf edeyim ki ben de bu yazıyı yazarken buldum orijinal klibini. Yıllarca hepimiz dinledik bu şarkıyı, kimimiz uydurarak söyledi kimimiz doğru olarak... Bense ta ki İtalya'ya Erasmus'a gidene kadar bir türlü tam öğrenemedim bu şarkıyı. Hoş şimdi de ezbere söyle deseler yapamam ya o da ayrı mesele...  Bu arada merak edenler, sözlere ve çeviriye buradan ulaşabilirler.

Neydi benim için İtalya peki? Yıllarca beklenen bir rüya, bir hayâldi. Hep gidilmek istenen ama bir türlü gidilemeyen yerdi. Hep belgesellerden izledim, Roma'yı Floransa'yı Vezüv'ü ve Pompeii'yi. Daha sonra Assassins's Creed adlı oyunla iyice perçinlendi İtalya tutkum. Acuvumun için gibi öğrenmiştim İtalya'yı ne de olsa...

İtalya'nın bendeki kıymeti çok büyüktü öyle aceleye gelecek gibi de değildi. Bir ara interrail yapmayı düşünürken, demiştim ki hadi o da aradan çıksın. Ama programın tamamını o kaplayınca, ki o program daha sonra rafa kalkacaktı ve iyi ki de kalkmıştı, bendeki önemini bir kez daha gösterdi.

Yıllar geçti, yazlar geçti ben hâlâ gidemedim kavuşamadım ona derken birden Erasmus+ programı çıktı önüme. Ben de durur muyum gelişine yapıştırdım her zamanki gibi! Tıp fakültesinde okuyormuşum İtalyanca bilmiyormuşum falan hak getire! Kaç kez insanın önüne böyle bir fırsat çıkardı ki!

Tabi gitmeden çok düşündüm yalan yok, zor günlerim oldu, dahiliyeden kalırsam ( Tamam vurmayın) gidemem diyordum kendime hatta! Sonra sınavı verdim, pasaportu vizesi evrak işleri sözleşmeler yazışmalar derken bir de baktım ki bir akşam vakti İtalya'dayım!

Güzel günlerim de oldu, zor günlerim de... Fakat şimdi bakıyorum da ardıma, iyi ki gitmişim! Ne de iyi yapmışım, bir dönemi doyasıya geçirdim, dersleri biraz salladım ama belki de gençliği tıp içinde çürütmeden son kez doyasıya yaşadım. (Bu yalana kendisi de inanmadı, her an bir yere kaçabilir dikkat. Hatta bugün denedi. )

Neyse işte, gezdim eğlendim. Şimdi Kürkçü dükkanına geri geldim. Kaldığım yerden devam ediyorum.

Neden burdayım?

Eh sormuşsunuzdur belki, neden onca zaman önce değil de şimdi diye?

Yıllardır yazamadım yazacaklarımı, hep anlattım durdum.

Yazmaya alışkın değilim belki de dedim kendi kendime.

Ben hatıraları daha çok severim her seferinde tekrar yaşarım onları, dahası tekrar aynı heyecan veya hüzne kapılırım. Hep hatırlarım sandım hep benimle kalırlar dedim, oysa beyniniz sizi en ufak hatanızda terk etmeye hazır bekliyormuş ve o değerli hatıralar size ihanet edebilirmiş, ama benim bundan haberim yokmuş meğer...

Neyse yani öyle işte....
Hem anılarımı bir taraftan yazıya dökeyim istedim hem de sizlerle paylaşayım.

Heh tabi ki de her şey burada olacak değil, onları yalnızca belki ben bileceğim, belki de sen kim bilir...