Sic parvis magna

8 Temmuz 2022 Cuma

 Aslında Ukrayna gezimi ve Çernobil'i anlattığım bir seriye devam ediyorduk, fakat yoğunluk ve başka sebeplerden ötürü yazmaya vakit ayıramadım belki de yazasım gelmedi. Bu sırada dolu dolu bir Aladağlar zirve tırmanışı maceram olunca henüz duygularım köz halinde iken önce bunu yazmak istedim, okurlardan affola.

Başlamadan önce kulaklıklarınızı takıp bunu açın lütfen

***

“It’s not the mountain we conquer, but ourselves.”  Sir Edmund Hillary

Sir Hillary ne güzel tarif etmiş değil mi? Bizim de tam olarak buydu hissettiğimiz...

Hayatım boyunca dağlar hep ulu zirveleri erişilmez görünümleri ile ilgimi çekmiştir. Bir başlarına orada dururlar, kimi zaman düşünceli kimi zaman bilgece. Etraflarını bulutlar sarınca efkarlı olurlar, güneş ışınlarını kırarken de mutlu…. Ne dinazorlar birbirini parçaladı önlerinde belki de, ne meteor yağmurları parçaladı bedenlerini? Kimisi İskender'i gördü, kimisi Cesar'ı! 

Seyahatlerim boyunca ufuk çizgisinin değişmez manzarası onlar olmuştur belki de, onlara bakıp derin düşüncelere de dalmışımdır çoğu kez. Kimi zaman hedefimize giden yolda bir engel olarak görmüşüzdür de dağları belki. Benim içinse zorlu dağ geçitlerini arabayla geçmek hem korkutucu ama bir o kadar da heyecan verici olmuştur hep. Özellikle Bolu Dağı geçidi bayram seyahatleri sırasında bende önemli bir yer etmiştir. O izin verirse yol açılır ve sevenler sevdiklerine kavuşurdu. Daha sonra bu hislerden hareketle Alpleri arabayla geçtiğim bir tur dahi düzenledim. Sayısız yüksek dağ geçidini aştım ama gerçekten bir dağın zirvesine hiç tırmanmadım. Nasıl bir his olduğunu hep merak ettim durdum. Kitaplardan belgesellerden öğrendiğim kadarıyla biliyordum sadece.  

Avusturya Alpleri

Türkiye’de dağcılık denince Nasuh Mahruki ve Tunç Fındık akla gelen ilk isimlerden. Berkle beraber bir süredir dağcılık konusu üzerine çeşitli yazılar okuyup belgeseller izliyoruz. Özellikle Nasuh Mahruki’nin Everest Tırmanışı ve Tunç Fındık’ın K2 14x8000 tırmanışları nefes kesici başarı hikayeleridir. Biz de basit de olsa bu heyecanı ve hazzı tatmak istiyorduk ve bunun hiç kolay olmayacağını da  biliyorduk. Harekete geçme kararı aldık, fakat gerçeğini yaşamak cidden çok farklıymış!

Bir gün instagramda dağcılık üzerine içeriklere bakarken “Summit Turkey Expeditions” isimli bir toplulukla karşılaştım. Profesyonel rehberler eşliğinde, teknik ve teknik olmayan çeşitli tırmanışlar yapıyorlardı. 19 Mayıs haftasına da 4 günlük bir Aladağlar tırmanış programı yapılmıştı. Berkle konuştuktan sonra hemen programa kaydımızı yaptık ve sonrasında beklemeye koyulduk. Fakat 19 Mayıs haftasına gelindiğinde, dağdaki hava koşulları hala oldukça sertti ve o hafta yeni gelen kar yağışı ile bir çok yol kapanmış, katırlar eşyaları taşıyamaz olmuştu. Şartlar iyice zorlaşınca, bizim de elimizde kış şartlarına uygun malzeme de olmadığı için haliyle iptal etmek zorunda kaldık. Neyseki aynı ekip 18-19 Haziran’a Kızılkaya, Emler, Karasay ve Eznevit zirvelerini planlamışlar, biz de programımızı oraya kaydırdık.

Aladağlar

Aladağlar Türkiye’de Toroslar’ın en yüksek dağ grubunu oluşturuyor. Niğde-Kayseri-Adana üçgenin bir sıradağlar topluluğu, 3771mtlik Kızılkaya zirvesi en yüksek noktası iken, yaklaşık 50nin üzerinde 3500mtden fazla zirve bulunan bölgede, kışın yağan karın erimesi sonucu ilkbahar aylarında buzul gölleri oluşuyor. Yerli yabancı birçok dağcının ilgisini çeken bölgede, ister trekking yapabilirsiniz, isterseniz de zorlayıcı teknik tırmanışlar gerçekleştirebilirsiniz. Hatta Trans Aladağlar yaparak bir uçtan bir uca tüm bölgeyi geçebilirsiniz-ki bizim bir sonraki planlarımız arasında artık bu da yer alıyor.

***

17 Haziran Cuma günü yine yoğun geçen bir nöbetin ardından eve geldim, Berkle hızlıca çantaları hazırladık, gıda stokumuzu yaptık. Eh bir de yapılan gezilerin dokümantasyonu yapılacak, kameralar olmazsa olmaz! Akşam saat 22 sularında bizi servisimiz aldıktan sonra kafamı koltuğa bir yasladım, uyandığımda Bolu’da mola vermiştik. Sonrasında tekrar uyumuşum gözümü Niğde tabelasında açtım!

Marketten ufak tefek eksikleri giderdikten sonra aracımızla Çukurbağ köyüne geldik. Burada yıllardır dağcılara hizmet eden Bilal amcamızın köy evinde kahvaltımızı yaptık. Ekiple tanışma fırsatını elde ettik. 19 kişi olarak bu tırmanışımı yapacağız, 2 grup olacak, 1. Grup profesyonel tırmanıcılar teknik tırmanış olan Kızılkaya'yı gerçekleştirecek, içinde bizim olduğumuz 2. Grup ise Emler Karasay ve vakit kalırsa da Eznevit zirvelerini tamamlayacak. Bu arada grubun en genç ikilisi Berk ve ben! Diğer herkes +30-40 yaş aralığında ve itiraf etmeliyim ki oldukça enerjik insanlar! Bizim grupta ilk kez zirve yapacak 5 kişi var, hepimiz çok heyecanlıyız.

Kahvaltıdan sonra eşyalarımız traktörün romörküne yüklendi, biz de yine oraya oturduk ve kamp alanına doğru yola koyulduk.  Köyden Aladağlar manzarası nefes kesici! Ki dağın buradan sadece ön yüzü gözüküyor! Yaklaşık 1 saatlik bir yolcuğun ardından traktörümüz bizi ilk kamp alanına bırakıyor.
Burası 2000 metrede, genelde koyunların otladığı yayla gibi bir alan, buradan sonrasında zaten artık dağ başlıyor.  Hemen çadırlarımızı kurup ilk yerleşmeyi yapıyoruz.

Kamp alanı genel görünüş

Aslında planlanan kamp alanı burası değilmiş, asıl kamp alanı yaklaşık 3000mtrede dağda farklı bir alan fakat yer yer olan kar birikintisi vb sebeplerle katırların yukarı çıkması risk oluşturduğu için kampı aşağıda kurma kararı alındı. Kısa bir dinlenmenin ardından ufak bir keşif ve alıştırma yürüyüşü yapmak için yukarı doğru yola koyuluyoruz. Bu arada söylemeliyim ki güneş yukarıda son derece yakıcı!  
2400mtrede dağın girişi olan “Kapı”-dar bir boğaz-ya kadar hafif tempo tırmanıyoruz. Rehberimiz kapıdaki kar ve zemin durumunu kontrol edip yarınki geçiş için plan yaparken biz de molanın ve manzaranın tadını çıkartıyoruz ve dönüşe geçiyoruz.

Dönüş sonrası 1 saat yemek arası yapıp teknik toplantımızı gerçekleştirdik. Rehberlerimiz Emre Ahmet ve Berkan hocalar, dağcılık konusunda en önemli hatırlatmaları tekrar ettiler. “Malzemeni kontrol et, arkadaşını kontrol et ve kendini kontrol et. Aceleye asla yer yok! Kendini iyi hissetmiyorsan mutlaka haber vereceksin” ve bence en önemlisi “Rehberin kontrolünden çıkılmayacak!”
Birçok kaza maalesef ki, acelecilik, eve dönüş sendromu veya rehbere uymamak gibi sebeplerden meydana geliyor. Bu işin bir ekip işi olduğu ve ekibin en zayıf halkası kadar güçlü olduğu unutulmamalı!

Dağa bakış

“Şunu en baştan kabul etmemiz lazım, dağ orada duruyor, bugün olmaz başka bir gün olur arkadaşlar ve dağ hata yapılabilecek bir yer değildir.”

Gece 02.00’da yola çıkmak için anlaşıp, uyumak üzere çadırlara dağılıyoruz. Gece yatmadan çantalar kıyafetler hazırlanıyor ve kısa da olsa uyumak için tulumlara giriliyor. Berkle biraz sohbet ettikten sonra, içim geçmiş 01.15’te alarm sesine uyanıyorum. Bu kısa süre göz açıp kapama gibi geliyor ve hızlıca kalkıp malzemeleri kuşanıyoruz. Işıklar kaska, kask kafaya takılıyor, sırtta çantalar elde batonlar saat 02.00’da ayın aydınlattığı gecede 19 kişi tek sıra olup yola koyuluyoruz. Ay her ne kadar etrafı aydınlatsa da gece oldukça karanlık, haliyle sadece kafa fenerinin aydınlattığı yerleri görerek ilerliyoruz. Değişik bir his… Bilmeden görmeden ilerlemek…

İlk zorlu geçiş noktası olan “Kapı”ya varıyoruz. Artık tırmanışımız zorlaşıyor, rehberimiz önde dar bir rotadan ilerliyor ve yer yer zeminle ilgili uyarılarını yapıyor. Bu dar boğaz noktasını firkete yaparak çıkıyoruz. Arkama baktığımda grubun geriye kalanı ve kafa fenerlerinin aydınlığını görüyorum. Tıpkı o belgesellerde izlediğimiz gibi bir an! Nasıl da heyecan verici!

Kapıya yaklaşım hazırlığı

Boğazdan geçtikten sonra sağa dönüp yukarı doğru ilerlemeye devam ediyoruz. Rehberlerimiz solunuza bakmayın, ileriye ve önünüze bakın diye uyarsa da anlık olarak soluma bakmamla derin bir uçurumu görmem bir oluyor! Hemen kafamı öne çevirip gruba odaklanıyorum, ama bir taraftan da içimi kemiren o düşünceler! Biz nasıl bir yoldan çıkıyoruz acaba? Daha başı böyle ise ileride neler olacak?

Rehberimiz zaman zaman nefes molaları verdiriyor, ilerleyen saatlerde artık alacakaranlık yerini günün ilk ışıklarına bırakmaya hazırlanırken bir uçurum yamacında sırtımızı kayalara yaslayıp kısa süreli ikinci molamızı veriyoruz ve tekrardan yola koyuluyoruz. Artık darboğazları geçtik uçurumların yerini her iki yanımızda yükselen Aladağlar kütlesi alıyor, vadi tabanından S çize çize “Mola taşı” noktasına doğru ağır ağır ilerliyoruz.

Güneş doğmaya hazırlanıyor

Mola taşı Emler-Kızılkaya-Karasay-Eznevit zirveleri arasında vadinin ortasında tek başına kalakalmış kocaman bir kaya parçası. Sanki herkesler gitmiş de kendisi yüzyıllardır orada yapayalnız birilerini bekliyor gibi. Hemen onun dibine oturup kahvaltımızı yapıyoruz. Güneşin ilk ışıkları da artık zirvelere vurmaya başladı, dört bir yanımızda nefes kesici bir manzara! Yaklaşık 3000mtrede olmamıza karşın dağların yanında hala çok aşağıda gibi hissediyoruz! Dağların heybeti sizi sürekli küçük hissettiriyor. Bu arada asıl kamp alanımız buraya yakın bir nokta olacaktı, ama katırlar çıkamadığı için bu noktaya kadar kendimiz gelmiş olduk.

Şimdi gruplarımız ayrılıyor, Kızılkaya teknik ekibi sağdan yukarı giderken bizler sol taraftan yukarı Çelikbuyduran’a doğru yola koyuluyoruz. Çelikbuyduran yani çeliği bile bükecek kadar güçlü anlamına gelen bu noktada, eriyen karlardan doğal bir kaynak oluşuyor. Daha sonra bu su tam oradan yer altına karışıp aşağılara kadar gidiyor.  Buraya yaklaşırken altımızdaki kayaların içinden gümbür gümbür geçen suyun sesini duyuyoruz ve biraz yukarı daha yürüyünce erimekte olan kar kütlesi, güneşte parlayan tertemiz suyu ile bize göz kırpıyor. Buradaki buz gibi sudan doyasıya içtikten sonra, güneş kremlerimizi sürüp Emler zirvesinin yolunu tutuyoruz. Yükseklerde güneş ışınları daha keskin ve mutlaka güneş gözlüğü ve güneş kremi kullanmak gerekiyor. Uzun kollu UV korumalı kıyafetler giymek açıktan kalan her yeri örtmek çok önemli.

Buzul gölleri platosu

Zirve yolunda zemin gevşek olduğu için attığınız 3 adımda 1 veya 2 adım ileri gidebiliyorsunuz ve eğim arttığı için de harcadığınız efor gitgide artıyor. Dura kalka yavaş fakat emin adımlarla zirveye doğru ilerliyoruz, zaman zaman arkamızı dönüp manzaraya bakmayı da ihmal etmiyoruz. Buzul göllerinin ve Aladağlar platosunun eşsiz manzarası unutulmaz! 9 kişilik grubumuzla saat 9 sularında Emler Zirvesi’ne varıyoruz! Varır varmaz Berkle kendimizi sağlam bir yere atıp, soluklanıyoruz, fakat çok heyecanlıyız! Dile kolay, 3737metredeyiz, 7 saattir yürüyoruz, 2000mt’den buralara yükseldik! Rehberimiz tek tek bizleri tebrik ediyor. Berk ve benim yaptığımız ilk zirve tırmanışı ve Türkiye’nin en yüksek 9. noktasına tırmandık!

Emler zirvesi

Bir yanımızda Kızılkaya diğer yanımızda Demirkazık zirveleri, Aladağların en yüksek zirveleri ile neredeyse göz gözeyiz! Hava zirvede oldukça rüzgarlı fakat drone uçurmaya karar verip, daha zirve heyecanı geçmemişken bir de drone uçurma heyecanını yaşıyoruz.  Grup fotoğrafları çekiliyor, atıştırmalıklar yeniyor ve iniş için yeniden hareketleniyoruz. 

Çıkmak mı zor inmek mi daha zor deseniz, bence ikisi de zor fakat iniş daha hızlı gerçekleşiyor. Oldukça dik olan yamaçtan kontrollü bir şekilde Çelikbuyduran’a kadar aralıksız inişimizi gerçekleştiriyoruz. Burada yeniden sularımızı doldururken, Berk Karasay zirveye gelmek istemediğini yorulduğunu bana ifade ediyor. Rehberimiz yorgun olan birkaç kişiyi daha ayırıp onları mola taşına doğru yollarken kalanlarla hızlıca Karasay zirvesi için yola koyuluyoruz.

Çelikbuyduran kaynağı

Berk burada kendinin farkında ve çok akıllıca davranarak ikinci zirveyi zorlamama kararını alabiliyor. Fakat ben, deli dolu olan ben, ilk zirvenin zevki ve heyecanı ile sporcuyum ben buraya da çıkarım düşüncesine kapılıyorum.

İlk zirvemiz olması ve grubun keyfinin yerinde olması nedeniyle Emler zirvede neredeyse 1 saat kadar kaldığımız için vaktimiz daralmış oluyor. Normalde S çize çize Karasay’a çıkacakken hem yer yer kar olması hem de vakit darlığı nedeni ile direkt yukarı uzanan bir tırmanış rotası seçiyor rehberimiz Emre. Yaklaşık yarım saatlik büyük kayaların üzerinden devam eden tırmanış sonunda eğim iyice artıyor ve büyük taşlar yerini çarşaf zemine bırakıyor. Grupça bata çıka yukarı doğru ilerliyoruz ilerlemesine fakat eğim arttıkça zorluk derecesi de artıyor. Arkamı dönüp aşağıya baktığımda bütün vadiyi görebiliyorum. Berk’ler mola taşının orada karınca gibi gözüküyorlar, üzerinde durduğum yamacın eğimi o kadar fazla ki sırtımı yaslamadan durmam mümkün değil. Beni o sırada işte bir heyecan ve korku sarıyor. Artık buradan geri dönülemez, grupça yukarı çıkılacak! Ama ben daha bu kadar eğimde böyle hissederken, önümde duran birazdan çıkacağımız dar boğazdan nasıl çıkacağımızı kara kara düşünüyorum. Aslında benim yükseklik korkum var diyorum rehbere! O da nasıl yani diye şaşırıyor! Yani evet çocukken yüksekten oldukça korkardım, ama zamanla bunu yendiğimi düşünüyordum, yine çok yüksek yerlerde heyecanlanırım, adrenalin tüm vücudumu sarar, problem değil diyorum, ama siz bir de onu gelin bana sorun! O an neler hissettiğimi anlatmam mümkün değil, hele bir de birkaç tane bastığım kaya ayağımın altından yuvarlanıp vadinin dibine doğru sonsuz bir yolculuğa çıkmışken!

Kendimi filmlerdeki, video oyunlarındaki o en zor sahnelerden birindeymiş gibi hissediyorum. Kafamda türlü gerilim müzikleri çalıyor…

Uçurumdan bakış
Nefes molasının ardından darboğaza giriş yapıyoruz, her adımdan gevşek zemin ayağımın altından kayıyor, bazen tutunduğum taşlar kopuyor ve bata çıka ilerliyoruz. Arkama bakamam, artık eğim neredeyse %60lara yaklaşmış durumda… Sonra sakinleşmek için bir süre bildiğim duaları okuyorum, duaların yerini kendime telkinler alıyor, sonra tekrar dualar tekrar telkinler… Böyle bir şekilde işte o dik yamacı çıkıp sırta varıyoruz, tam bir rahatlama hissi gelecekken şimdi aklımda daha büyük bir soru: Ben buradan aşağı nasıl ineceğim? Emre hocam diyor ki: "Tunahan hocam sakin ol, ben seni buradan indireceğim merak etme, gel şu zirvemizi tamamlayalım."

O zorlu etap bittikten sonra dağ kütlesinin sırtından-her iki yanımız yine uçurum bu arada- Karasay zirveye doğru yürüyoruz şimdi. Arkamızda Kızılkaya ekibi ise son ipli tırmanış etabını gerçekleştiriyor. İşte bu anlarda bir bulut sarıyor onları… Bulutlar bize doğru yaklaşarak Karasay zirveyi de kaplarken ne biz aşağıda bekleyen Berkleri görebiliyoruz, ne de onlar bizi görebiliyor! Tek görebildiğimiz karşımızda Eznevit, uzaklarda Adana yönüne doğru Kaldı dağları… Karasay zirveye geliyoruz. 3550mt’deyiz. Başarmış olmanın tatlı gururu korkunun yerini alıyor. Bir huzur ve mutluluk kaplıyor içimi, tarif edilmesi zor bir mutluluk!




Arkamızda uçurum yokmuşçasına



Zirvede iken telefonuma bakıyorum, 3550mt’de Vodafone çekiyor! İnanılmaz! Hemen sevdiklerimle görüntülü görüşme yapıp bu eşsiz manzarayı ve heyecanımı onlarla paylaşıyorum. Neler anlatacağımı bilmiyorum? Tarifsiz bir his... Az önce buraya çıkarken bin bir türlü düşünce aklımdayken şimdi heyecandan hepsi, tüm korkularım uçup gitmiş gibi… Öylesine dolu dolu bir özgürlük hissi…






Karasay zirvede zirve defterine adlarımızı yazıp duygularımızı dile getirip hızlıca geri dönüş yoluna koyuluyoruz. Oldukça geç kaldık, geç kaldık ama en baştaki kuralımızı hatırlıyoruz, aceleye yer yok. Ayrıca bulutlar dağı sardığı için görüş mesafemiz 5 metreden öteye geçmiyor. Vadinin aşağısını göremeyince heyecanım azalıyor, fakat iniş için uygun bir rota bulmak zor. Önde rehberimiz Emre ve yanında arkadaşı Selami en güvenli yolu bulabilmek için santim santim ilerliyor ve bize komutlar veriyor. Yeri geliyor bazı noktalarda ayağımız uçuruma doğru boşa çıkarken aşağı kayalar yuvarlanıyor, yeri geliyor ufak atlayışlar yaparak zor noktaları geçiyoruz. Aşağıdaki patika yola doğru inmeye çalışıyoruz eğer bir kez oraya inersek, çarşaf zeminden rahatça aşağı inebileceğiz.

En değerli varlığım

Sonra birden yolumuz devasa bir kar kitlesi tarafından kesiliyor, herhangi bir yerden etrafını dolanmak mümkün değil. Geri dönmek de pek mümkün gözükmüyor, zira geldiğimiz zemini bozduğumuz için tek çıkış yolumuz bu kar kütlesi üzerinden geçmek! Sisten aşağısını göremediğimiz bir uçurum kenarındayız! Rehber Emre tecrübeli dağcı, hemen zemini ve kar kütlesini kontrol ediyor ve kar inişi yapmaya karar veriyor. Önden kendisi ayağını kara saplaya saplaya bize basamaklar oluşturarak bir yol açıyor. Selami’nin yardımıyla tek tek kar kütlesine kendimizi saplaya saplaya geri geri merdiven inişi yapıyoruz. O kar kütlesi içinde inerken hissettiğim şeyleri tarif etmek mümkün değil! Yaşadığımı dolu dolu hissettiğim anlardan biriydi bu sanırım, çıktığımız bu zirveden inmeliyiz ve bunu yapacak olan da biziz kendimize bizden başka kimse yardımcı olamazdı. Heyecanlı ama gururlu bir o kadar da korkutucu, aynı zamanda tatminkâr…

Demirkazık zirvesi

O kar kütlesini indikten az bir süre sonra patikaya vardık ve artık mutluluk veren kısım başlamıştı, çarşaf zeminde sanki kayak yaparmışçasına karlar üstünde kayarmış gibi, paldır küldür mola taşına kadar uçarak gelmiştik adeta! İner inmez önce Berk’e sımsıkı sarıldım, çıkarken yaşadığım korkunun yerini gurur ve huzur almıştı birden! Nasıl bir rahatlama hissiydi o? Koştum rehbere sarıldım sağ salim buraya indik diye… Oysaki birazdan gecenin karanlığında görmeden çıktığımız boğazı inecektik ki, nereden bilebilirdim orasının da en az bu zirve inişi kadar zorlayıcı olacağını?

Kızılkaya zirvesi

Şimdi üstüme müthiş bir rahatlık gelmişken koşar adım kamp alanına ineceğimizi düşünüyordum. Gelirken ne kadar zor yerlerden çıktığımızı nasıl da unutmuşum ama! Biraz debelenmenin ardından, rehberin gece solunuza bakmayın dediği uçurumlu boğaza geldik. Burada zemini kocaman ve kayan kayalar oluşturuyor. Artık yorgunluk tüm grup için hat safhada, zaman zaman konsantrasyon dağılıyor ve kayıp düşeyazmalar moral bozucu oluyor. Berk hemen önümde ilerlerken, birkaç kez düşeyazması onu oldukça tedirgin edince adımları ürkekleşiyor ve iyice yavaşlıyor. Bir ara kendini o kadar kasıyor ki neredeyse adım atamaz hale gelince rehberimiz durumun farkına varıp Berk’e güzel telkinlerde bulunuyor. Bu sırada yine Selami, her riskli noktada Berk ve bana eşlik ediyordu. Bende de durum tam tersiydi, iç bacak kaslarım titremeye de başlayınca yorgunlukla beraber artık inelim de bitirelim düşüncesinin, eve dönüş sendromu yani,  getirdiği aşırı rahatlık hissi hata yapmama yol açıyordu. Bu sebeple birkaç kez de düşeyazdım…

Kapıyı geçerken
Tam bitti derken işte “Kapı” geçidine varıyoruz ve zor bir iniş öncesi bir müddet oturup dinleniyoruz. Burada otururken bile gerilebiliyor insan, zira bir yanınız dimdik uçurum, biraz başınız dönse düşeyazsanız sonunuz hiç iyi olmaz! Hal böyle olunca en sağlam bulduğunuz yere oturup kendinizi güvenceye almak istiyorsunuz. Kapı’da bir müddet bekledikten sonra ekip kendi hızına göre parçalar halinde bu zor geçidi de geçerek 2400 metre seviyesine iniyor. Bundan sonrası kamp alanına kadar nispeten kolay bir trekking rotası aslında ama o kadar yorgunuz ki adımlarımızı zor atıyoruz. Saatime bakıyorum 16 saati geçmiş yürüyüşümüz, insan gerçekten hayret ediyor bu kadar süre bunları yapabildiğine. Grup artık kendi temposuna göre parça parça kamp alanına doğru inerken aklımda bin bir türlü düşünce dolaşıyor. Arkamı dönüp dağa bakıyorum, o ne heybetli görünüş öyle, ama göründüğünden daha da fazlasını içeriyor… Kim bilir daha ne hikayeler saklıyor içinde?

Aladağlar yine görüşeceğiz diyorum, belki yakında değil ama ileride tekrar görüşeceğiz diyorum ve teşekkür ediyorum 2 zirve yapmama ve geri dönmemize izin verdiği için.

Zirve yolunda

Saat 19a yaklaşırken 17 saatin ardından kamp alanına varıyoruz. Programın oldukça gerisindeyiz, normalde 19’da İstanbul’a dönüş yoluna çıkmamız gerekirken şimdi daha çadırları topluyoruz.
Telsizden diğer ekiple görüşülüyor. Onlar da Kızılkaya’dan inmeye başlamışlar. Moralleri ve enerjileri yerindeymiş. Yaklaşık 1 saatin ardından da onlar varıyor kamp alanına, tüm eşyalar toplandıktan sonra karpuz kesip kutlama yapıyoruz. Eşyaları traktöre atıyoruz ve gecenin karanlığında köye doğru yolculuk başlıyor. Bir önceki gece ay nedeniyle göremediğimiz samanyolu henüz ay doğmadığı için gösteriyor bize kendini. Ne muhteşem bir manzara, arkada Aladağlar’ın silueti ve Samanyolu’nun parıldayan yıldızlar. Hava oldukça serin, bense çok yorgunum, traktörün sallantısı bana beşik gibi geliyor, köye inene kadar ara ara içim geçiyor… Böyle yorgunken uyunan uykular ne güzel uykular öyle değil mi?

Köye indikten sonra Bilal amcanın evinde nohut pilav turşu ve yufkamızı açlıktan çıkmış gibi bir çırpıda yiyor ve aracımıza atlayıp İstanbul’a doğru son gaz yola koyuluyoruz. Arabaya biner binmez uyuyakalıyorum uyandığımda yine Bolu’dayız… Sonra yine İstanbul...

***

“Life’s a bit like mountaineering – never look down.” Sir Edmund Hillary

Summit Turkey Expeditions ekibine, o gün bizimle tırmanış yapan herkese sevgi ve selamlarımı iletiyorum. Dağcılık sporu ile ilgilenen herkesin önünde saygı ile eğiliyorum, tekrardan dağlarda görüşmek üzere hoşçakalın!


Summit Turkey Expedition Turkey 18-19 Haziran Aladağlar


***