Bir söz vardır, "Napoli'de 2 kez ağlarsın, ilk kez geldiğinde ve de ayrılırken." Gerçekten de öyleydi, Napoli'nin hikayelerini duyanları buraya ilk kez geldiklerinde korkutan bir hava vardır, ama bir kez alışıp da sevdin mi bırakamayacak kadar da kendine bağlar insanı.
***
Son pizzalar yendi, arkadaşlar ile vedalaşıldı, her bir geziden toplanan hatıralıklar özenle çantaya yerleştirildi, bavullar kapatıldı. Artık gitmeye hazırım... Nasıl da çabuk geçmiş onca güzel zaman...
Saat 16.15 uçağım Capodichino'nun pistinde koşturmaya başladı, hızlandı yükseldi ve son bir kez daha gördüm kanatlarımın altında evimi, Napoli'nin o güzel manzarasını... Güzel hatıralar ile ayrılıyorum buradan, bir daha ne zaman gelirim hiç bilmiyorum... Kısa bir uçuşun ardından Roma'ya ineceğiz, buradan 21.45'te İstanbul'a hareket edecek olan uçuş beni evime aileme kavuşturacak.
Roma havalimanındaki inanılmaz kalabalığı aşıp pasaport işlemlerini yaptırdıktan sonra öğreniyorum ki uçuşum yaklaşık 4 saat kadar ertelenmiş. Beklemeye koyuluyorum, 15 Temmuz sonrası uçuşların olup olmayacağı bile belli değilken böyle bir uçuşun yapılıyor olması benim için büyük bir şans! Saatler ilerliyor, kapı bilgisi yok, kalkış saati yok, sadece bekliyoruz... Ailemle konuşmuştum fakat açıkcası ülkede tam olarak ne olduğuna dair net bir fikrim yoktu, hala acaba ülkeme dönebilecek miyim diye düşünüyordum. Bir yandan da 4 gün önce başıma gelenler hala aklımda, dağda fırtınaya yakalanıp uçurumun kıyısında hipotermi sınırında geçirdiğim saatler...
Fırtına öncesi son dakikalar / Sentiero Degli Dei / Campania / İtalya 15 Temmuz 2016 10.30 GMT +1 |
***
Uzun bir bekleyişin ardından Alitalia'nın Roma-İstanbul seferini yapacak uçağa biniyorum. Gecenin karanlığına doğru kalkıyor uçağımız, göğün sonsuz derinliğinde bulutların içinde kayboluyoruz. Kimi zaman içim geçiyor, kimi zaman başım öne düşüyor... En sonunda sabah saat 05 sularında Atatürk Havalimanı'nın 05 pistine teker koyuyor uçağımız, o an içimi bir huzur kaplıyor. Pasaport, gümrük, valiz derken karşılama salonunda beni bekleyen aileme koşarak sarılıyorum. Aylar sonra onları görmek ve doyasıya sarılmak ne güzel bir duygu...
Eve doğru yol alırken her yerde 15 Temmuz'un izlerini görüyorum, köşe başlarını tutmuş iş makineleri, yerlerde tank paleti izleri var. O gece olanlara dair öğrenilecek, okunacak çok şey var... Tabi kısa bir alışma sürecinden sonra her şey yine eskisi gibi geliyor gözüme, fakat hissettiklerim hiç de öyle değil. Her gün çıkan yeni bir karar getirilen yeni bir uygulama ile ülkemin ne yöne doğru gideceği ve hayatımı nasıl yönlendireceğim kafamda büyük bir soru işareti oluşturuyor.
Şaşalı bir Erasmus dönemi sonrası eski düzene geri dönmek biraz vakit alıyor haliyle. Yap-boz planlarla geçen bir 5. sınıf dönemi ile kaçınılmaz bir şekilde intörnlük de gelip çatıyor. Oysa benim kafamda o kadar çok soru var ki... TUS'a mı girsem, askere mi gitsem, hekimliği mi bıraksam, tası tarağı toplayıp yurt dışına mı yerleşsem, ve bir daha Napoli'yi ne zaman görebileceğim?
Bir dahiliye intörnünün asli görevi olan, kan istemi yapmak ve barkod basmak. |
Bir pediatri intönü olarak, NFA almaktan boş kalan zamanlarda bebekleri severken |
Ben de biraz olsun kafam dağılsın diye kendimi okumaya ve kitaplara verdim, yine bir gece internette çeşitli yazılar okurken 1986 yılındaki nükleer felaket sonrası kapatılan Çernobil ve Pripyat bölgesinin özel izinle gezilebildiğini ve son yıllarda bunun daha da kolaylaştığını okudum.
Sayfalar ve linkler birbirini kovaladı o gece, The Guardian'da Svetlena Alexievich tarafından yazılan Chernobyl Prayer / Voices from Chernobyl isimli kitabın bir kısmını okuma şansım oldu, itfaiye eri Vasily Ignatenko'nun hikayesi beni derinden etkiledi. Bu kitabı mutlaka okumalıydım, kitabın Türkçe çevirisi mevcutmuş, bu sayede hemen alıp okuma şansım oldu. Okudukça da Çernobil'e karşı olan ilgim derinleşti, her sayfada bu insanların başına gelen felakete karşı derin bir empati kuruyordum... Daha önce belgesellerini izlemiş, hatta lisede proje ödevi olarak nükleer santralleri anlatmıştım, fakat bu kitap hiç kimsenin anlatmadığı bir biçimde işin insani boyutunu gözler önüne seriyordu, onların hislerini size yansıtıyordu.
O an karar verdim, evet "Ground zero" denilen ve tüm bu felaketin başladığı 4 numaralı reaktörün olduğu bölgeye gitmeliydim... İçimde karşı konulamaz bir merak ve istek doğmuştu bir kez... Böylece hummalı bir araştırma ve planlamaya giriştim, sonunda kaba taslak bir plan oluşturabildim. Önce Lviv'e uçacak, oradan tren ile Kiev'e geçecek ve beni Çernobil'e götürecek rehber ile buluşacaktım. Geriye bir tek uygun zamanda uçak bileti denk getirmek ve ailemi ikna etmek kalmıştı.
Внимание, Внимание!