Sic parvis magna

18 Ağustos 2017 Cuma

5. Gün / Durmitor'dan Saraybosna'ya

Dün epey yorulmuşuz, bugünkü program biraz daha rahat olunca sabah geç kaktık.
Bol oksijen yanında da güzel bir köy kahvaltısı, oldukça canlandırıcı! Yaylada yetişen hayvanların sütünden hazırlanmış tereyağı, peynir ve taze süt ile bal ve reçel bunların yanında da hamur kızartması ve köy ekmeği, daha ne olsun? Dünkü maceralardan sonra ne olsa yeriz zaten!

Kahvaltı sırasında da Kıbrıs'a gideceğim kesinleştiği için hemen telefona sarılıp uçak biletimi ayarlamaya koyuldum! Sonunda Kıbrıs'a gidiyorum be! Gezi içinde gezi planı yapmak mı? Tam bana göre...

Bu arada kaldığımız yerde bizimle beraber bir İngiliz çift de var. Onlarla biraz sohbet edip çevreye dair bilgiler aldık. Çiftin Karadağ'da evleri olduğu için her yaz buraya tatile geliyorlarmış, ne hoş değil mi?

Sabah sabah epey oyalandıktan sonra biz de arabamıza atlayıp Durmitor'un içlerine doğru yol alıyoruz. Bir yayladan öbür yaylaya geçmek için önce nehir seviyesine kadar inmek gerekiyor. Hal böyle olunca da sonu gelmeyen keskin virajlardan döne döne yayladan aşağı iniyoruz yine... İşte günlerdir gittiğimiz yollar böyle! Dün gece karanlıkta geçtiğimiz yollarda böyleydi sanırım...


En aşağı inince fotoğraflarını gördüğümüz o göle geldik. Fakat göl kurumuş olduğu için beklediğimiz manzara yoktu ama çok daha farklı yemyeşil bir çayır karşıladı bizi. Rüzgarla ahenk içinde dağların arasında dans ediyordu, aynı filmlerde dalgalanan ekin tarlaları gibi... Nefes kesici!


Durmitor içinden Žabljak'a giden diğer yol, vadinin üst kısmında uçurum kenarından gidiyor... Dün biraz benzin aldığımız kasabaya çıkıyor yani. Bu arada yol boyunca yine heyelanlar var, hatta kimi zaman durup yoldaki taştaları temizledikten sonra devam edebiliyoruz.


Bizim de aslında depomuz neredeyse boş, acaba bu yoldan Žabljak'a gidip biraz benzin mi alsak diyoruz? Sonra oraya gidene kadar ben bu arabayı Bosna&Hersek'teki Foca kasabasına kadar götürürüm dedim ve geri yola koyulduk.



Tepelerde biraz dolaştıktan sonra tekrar buraya geri döndük. Göl kenarından dağlara doğru güzel bir trekking rotası varmış. Fakat öncelikle soldaki aç ayının oynamadığını hatırlatalım! Haliyle ekmeğimizi peynirimizi çıkarttık öğlenliğimizi ezdik oracıkta.

Hava iyice kararmaya başladı, gök gürültüsüne göre trekking şansımız yok. Yağmur konusunda tecrübeli biri olarak, yağmurdan önce 10 dakika vaktimiz kaldığını biliyorum. Toplanıp yola koyulma vakti! Dönüş yolunda ise ormanda ufak çaplı bir ralli yaptık. Aslında Karadağ'da WRC yapılsa yeri var, oldukça da keyifli olur! Hemen aşağıda parkuru da izleyebilirsiniz.




Kaldığımız yere vardığımızda ise yağmur iyice kuvvetinin arttırınca yola devam etmek için bekleme kararı aldık. Bu sırada dünkü gibi internet problemi olmasın diye yola çıkmadan önce rota bilgisini ailelerimize de ilettik.

Bugün artık Karadağ'dan çıkacağız, vaktimiz arttığı için de akşam saatlerine doğru Saraybosna'ya varabileceğimizi düşünüyoruz. Önce dün akşam mücadele ile geldiğimiz yolu geçip aşağıdaki köye varacağız oradan da anayola çıkmak için bir başka arayolu geçeceğiz. Bir süre sonra ormanların içinden geçe geçe anayola tepeden bakan noktaya geldik artık buradan aşağı dolana dolana ineceğiz. Taşın içine oyulmuş aydınlatması olmayan bir sürü değişik tünellerden geçip anayola bağlanıyoruz! Artık yol şartları daha düzgün.

Buradan itibaren nehir kenarından sınıra kadar devam edeceğiz. Sınıra yakın bir barajın tuttuğu bu su seviyesinde azalma var, eski fotoğraflarda su yolla aynı seviyede gözüküyordu aslında, ama yaz olduğu için su seviyesinin azaldığını düşündük. Tüneller tepeler derken bir süre sonra baraja vardık. Arabayla üstünden geçeceğiz, hep yapmak istemişimdir bunu! Önce arabayı yolun kenarına bıraktık, sonra da yağmur başladı tekrar. Barajın korkuluklarından karşıdaki manzaraya bakıyorum. Aman tanrım! Bu nasıl bir vadi! Bu efsane görüntüye kitlenip kaldım adeta! Meğerse inanılmaz derin bir vadiymiş burası, şöyle bir düşünülürse barajın arkasında devasa hacimde bir su var! Şu aşağıda otlarla sarılı şey yoksa eski yolun köprüsü mü? İnanılmaz!

Bu sırada bir minibüs durdu, rehber içinden inenlere baraja dair bilgiler veriyordu. Korkuluklardan aşağıyı göstererek baraj duvarının nasıl da göbek verdiğini gösterdi ve ekledi,

"Bu baraj hasarlı ve herhangi bir müdahale yapılmıyor. Eğer yıkılırsa Bosna&Hersek tarafında 5 tane kasabayı haritadan silebilir. Umarız ki yakın zamanda patlamaz!"


Yıkılma tehlikesi olan barajın üstündeyken...
Şaka falan değil, gayet baraj duvarı balon yapmış araba lastiği gibi bize bakıyor. Su seviyesi ise riski azaltmak için kontrollü olarak azaltılmış olmalı diye düşünüyoruz. Baraj yıkılmadan Saraybosna'ya kadar varmamız lazım artık! Arabaya atlayıp tekrar yola çıktık, şimdi barajın bu tarafında vadide nehir seviyesine kadar ineceğiz. Yol boyu rafting tabelaları gördük. Keşke buna ayıracak vakit ve bütçemiz olsaydı. Çünkü hava sisli ve çok mistik bir ortam var şu an! Şuradan 3-5 dinazor geçse tam bir Jurassic Park burası, evet buranın adını Juassic Park koydum! İnsanın ayrılası gelmiyor!

İşte sınıra geldik! Artık çok sevdiğimiz Montenegro'dan çıkıyoruz! Çok güzel zaman geçirdik burada, yıllardır merak ettiğim bir yerdi. Aradığımız doğaya kavuştuk onca zaman sonra, son bir yılki onca sıkıntıdan stresten sonra ilaç gibi geldi.


Sen Montenegro! Hırçın bir sevgili gibisin ama tüm sıkıntılarına göğüs gerene de sırlarını açıyorsun. Şimdi gidiyorum ama bir gün geri döneceğim...

Ayrıca yollar anlatıldığı gibi bozuk değildi, ama tecrübesiz sürücülere ve yükseklik korkusu olanlara da tavsiye edeceğim türden kesinlikle değildi. Onca yıldır yollarda edindiğim epey bir tecrübeden sonra bu yollar, böyle problemli bir araba ile yorucu ama sorunsuz geçti benim için. Hatta zaman zaman sürüş zevkini doruklarda yaşadım diyebilirim.

Buradan çıkıp nehrin üstündeki tek şeritli dar tahta bir köprüden karşı tarafa, Bosna&Hersek'e geçiyoruz. Giriş işlemlerimiz hızlıca tamamlanıyor, hedef Sarajevo, ileri marş!

İki ülke arasında, tahta bir köprü üstünde...

Marş olmasına da bu nasıl bir yol anlayamadık? Heryeri çukur dolu, yer yer kaymış. Normalde çift şeritli olan yol toprak kaymaları ile yer yer tek hatta yarım şeride düşmüş. Az önce kaymak gibi asfaltta yolculuk ederken şimdi bulduğumuz bu yol tam bir kabus. O kadar yol geçtik böyle kötüsüne rastlamamıştık. Ayrıca sınıra doğru da gelen oldukça fazla araç var, yani aktif olarak kullanılan bir yol lakin tamir edilmemiş oluşu düşündürücü.



Tam macera bitti derken, yepyeni bir macera başladı! Yolun bir tarafı sarp kayalık bir tarafı doludizgin akan nehir, yerler ise ıslak ve çamurlu. Araba da zaman zaman yol tutmuyor ve arkadan kayıyor, bunu artık epey hissediyorum. Biraz da terletiyor beni yol, ama umrumda mı? Hiç de değil! Çatur çutur, dolu dizgin Foca'ya doğru direksiyon sallıyorum, çünkü yakıtımız da bitti bitecek! Evet o kadar yolu boş depoyla gezdik! Çünkü araç bize boş depo verilmişti, teslim ederken de boş depo teslim edecektik.

Mücadelenin ardından Foca'ya, ilk benzinliğin olduğu yere vardık. 10KM'lik benzin koyduk arabaya, saate baktık, yolu hesapladık. Akşam 9-10 gibi Saraybosna'da oluruz diye düşündük. Programın aslında bu geceyi sınırı geçtikten sonra bir dinlenme tesisinde araba geçirirz diye düşünmüş ve kalacak yer ayırtmamıştık. Hemen benzinlikteki wi-fi'den Booking'e girip son dakika fırsatlarından Başçarşı'ya yakın bir yer bulduk. İstikamet Saraybosna!

Foca kasabasında, Drina nehri üstünde...

Yine dağların arasından vadilerden Drina nehririn kenarından, sislerin içinden devam ediyoruz. Yolda ise tek tük araba var, bir kasaba çıkışında yine kazaya rastadık. Bu sefer durum kötü, yağışlı havanın etkisiyle kaygan yolda kontrolden çıkan bir araba feci şekilde diğer arabaya çarpmış. Polis yolu kesmiş kanıt topluyordu. Üzüldük...

Dağların arasından dolana dolana vadi içine kurulmuş Saraybosna'ya indik. Kalacağımız yere doğru arka yoldan giderken birden bir patlama sesi geldi. "Okundu okundu top patladı!" Saraybosna'da hâlâ ramazan ayında iftar vaktinde top atılıyor. Hoş bir gelenek! Bu sırada biz de kalacağımız yere vardık, araba çekmeye yer bulamadığımız için biraz turladıktan sonra eskiden hatırladığım bir sokağa daldım direkt, tabi ki de ücretsiz park yerimiz orada bizi bekliyordu. Oradan kalacağımzı yere geçtik fakat bir türlü bulamadık, elimizde adres de var ama tam yeri bulamıyoruz. Sonra zorlayarak açtığımız bir bahçe kapısından içeri girdiğimizde kalacağımız yerin sahipleri bizi karşıladı. Aslında bize mesaj atmışlar fakat internetimiz olmadığı için görmedik. Hızlıca eşyaları indirip üstümüzü değiştik ve doğruca Başçarşı'ya indik!

3 yıl sonra tekrar Petica!

Vay be, tam 3 yıl sonra yine buradayım. Yine çok açım, gün boyu araba kullandım! Gidilecek yer belli! Tıpkı 3 yıl önceki gibi Petica'ya attım kendimi, aynı siparişimi geçtim. Korayla tam bir ziyafet çektik! Üstüne de bir tatlı yedik mi tamamdır! İftar saati sonrası Başçarşı çok hareketli bütün Saraybosna burada diyebilirim. Biraz gezindikten sonra biz de kalacağımız yerin yolunu tuttuk. Yarın tüm gün Saraybosna'dayız, sabah da biraz uyuyalım artık!

Macera dolu günlerin sonuna doğru geliyoruz artık...